عن النبي صلى الله عليه وسلم قال رغم أنف، ثم رغم أنف، ثم رغم أنف قيل: من يا رسول الله! قال من أدرك أبويه عند الكبر، أحدهما أو كليهما فلم يدخل الجنة
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
"Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun."
(Müslim, Birr 9,10)
Kendi varlıklarını damıtarak kişiliklerimizi yoğuran ellerdir ebeveynlerimiz. Anne karnındaki sakin ve güvenli ortamdan dünyaya fırlayıverdiğimiz günden itibaren sevginin, fedakârlığın, güvenin, koruyuculuğun sembolleri olarak hayata katılmamızda ne de büyük pay sahibidirler. Her biri kendi üslûbunca bizleri görünmez bir şekilde mühürlemişler, silinmez izler bırakmışlardır hayat yolumuza. Bir hayatın başka bir hayata nasıl adanıp akıtılabileceğini onlardan öğreniriz. Karşılık beklemeden gönüllü bir bağışın insanı nasıl da yüceltebileceğini onlarda görürüz. Bizlerle hayata tutunarak, bizlerin varlığından cesaret alarak üstlendikleri sorumluluğu ellerinden geldiğince yerine getirme çabasıdır belki de onları yücelten.
Yüce Rabbimiz Kur'an'da, çocukların hayat hakkının korunması (17/31), emzirme ve bakım işlerinin yerine getirilmesi (2/233), onlarla meşguliyetin Allah'ı anmaktan alıkoymaması (63/9), onların dünya hayatının süsü (18/46) ve insanın imtihanı olduğu (64/15) konularında sorumluluk eksenli sınırlar çizerken onlara iyi davranmakla ilgili bir uyarıda bulunmamıştır. Zira fıtratını bozmamış bir insanın kendi varlığından bir parça olan evladına sevgi ve merhametle muamelede bulunmasıdır doğal olan. Ana-baba, evladına harcadığı emeklerle ilmek ilmek örer sevgisini. Her yaptığı ile elinden geldiğince sevgisini ispat eder gibidir. Oysa evlat ana-babasının sevgisini elde etmek için hiçbir çaba sarfetmez. Mirasyediler gibi tüketiverir bazen merhametini. İşte tam da bu noktada yerini bulur Allah ve Rasûlünün ana-babaya iyilik emri. Ana-babanın evladına iyi davranabilmesi için ayrıca uyarıya ihtiyacı yokken evlat bu konuda uyarılır. İsra Sûresi'nde Allah'a iman ve ibadetten sonra ikinci emir olarak ana-babaya iyi davranışlarda bulunmak zikredilir. "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ´of!´ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve:´Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et!´diyerek dua et."(İsra, 23-24) Buradaki ince vurguyu gözden kaçırmamak adına şunu da belirmek gerekir: Emredilen şey iyi davranmaktır, güzel muamelede bulunup yaşlılıklarında günlerini huzur içinde geçirebilmeleri için bakım, sağlık, iyi geçim vb. hususlarda (maddî-manevî) elden geleni yapabilmektir. Geçmişte ne tür sorunlar yaşanırsa yaşansın intikam, kin, nefret, merhametsizliğin esaretine düşmemektir. Birisine saygılı, hoşgörülü, sorumlu davranabilmek için "sevmek" zorunda değilizdir. Ancak insanî ilişkilerimizi sürdürebilmek için birbirimize iyi davranışlar sergilememiz gerekir. Birilerinin şu veya bu nedenle sorumluluğunu yerine getirmekte ihmalkâr davranmış olması bizim de aynı hataya düşmemize vesile olmamalıdır.
Bir rivayette vaktinde kılınan namazdan sonra Allah'ın en çok beğendiği amel olarak zikredilen ana-babaya güzel davranmak ( Buhari, Edeb 1) insanın kadirşinaslığı ile de doğrudan alakalıdır. Hayatta sahip olduğu şeyleri zaten hak ettiğini düşünen insan, hak etmediğine inandığı olaylarla karşılaştığında kolayca isyana düşebilir. Oysa Allah'ın rızasını ana-babanın rızasında gören bir öğretiye ( Tirmizi, Birr 3) iman edenlerin Peygamberin bedduasına muhatap olmaktan da sakınmaları gerekir.
Hz. Peygamberin örnek hayatına baktığımızda doğmadan önce babasını, küçük yaşta annesini kaybetmesinin, zaten naif olan ruhunu büsbütün hassaslaştırmış olduğunu görüyoruz. Bir vefa insanı olarak annesinin Ebva'daki kabrine uğradığında gözyaşı dökmüş, sütannelerine gereken saygı ve hürmeti göstermekten geri durmamıştır. Savaşa katılmak için izin isteyen sahabeye bakıma muhtaç olan annesinin yanında kalmasını emreden Hz. Peygamber (Buhari, Cihad 138), sorumluluklarımızı yerine getirirken en yakınlarımızdan başlamamızı işaret eder gibidir. Buradan anlıyoruz ki ana babaya hizmet ederek, gönüllerini kazanarak da bir çeşit cihad sevabı kazanılmış olur.
Geçmişe dönük değerlendirmelerimiz sonucunda bazen ana-babamızın kusurlu tutumlarıyla bazen ise evlat olarak kendi yanlışlarımızla karşılaşabiliriz. Bunlardan dolayı yargılama ya da suçluluk duyma içine düşmek bugünümüze bir yarar sağlamayacağı gibi yanlış tutumlarımızı değiştirme sorumluluğunu üstlenmemizi de engelleyebilir.
Ebeveyn olmak, amel defterinin kapanmayacağı bir vesile bulmak demektir. Evladının bütün varlığına ipotek koyarak sevgisiyle onu boğan, gelişip büyümesine, gerçek bir yetişkin olmasına fırsat vermeyen marazî merhamet sahibi olmak değildir. Ebeveynlik, evladını yetiştirirken onu kendi geleceğinin sigortası gibi görmek, gelecekle ilgili bütün ümit ve beklentilerinin kaynağı addetmek de olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki elden gelen gayret gösterildiğinde kendisine sığınılıp güvenilecek yegâne kapı Allah'ın kapısıdır.
Dünyayı keşfedip algılamamızda en zengin damar olan aile hayatı modern hayatın bizi savurduğu bencillik, çıkarcılık ve zevk peşinde koşma keşmekeşinden elbette nasibini aldı; bizler artık "başkasını kendine tercih etme"nin ne demek olduğunu anlayamıyoruz. "Kendin için istemediğin şeyi başkası için de istememe" ( Buhari, İman 7 )prensibinin açtığı yoldan birbirimizi cennet vesilemiz olarak görmeye çalışarak ilerlemek bugünün insanına yeni bir açılım sağlayabilir belki.
Zamanında bizlerle hayata tutunan ebeveynlerimizle bir nöbet değişimi yapma vakti geldiğinde, bizi birbirimize emanet kılanın kalbimize nakşettiği sevgi ve merhametten güç alarak sabır ve kararlılıkla sarılmalıyız sorumluluklarımıza. Onların rızası olmadan cennetlik olmayı dilemenin ham hayal olarak kalacağını bilerek gözü yaşlı, kalbi kırık bırakmamalıyız onları.
Wikipedia
Arama sonuçları
23 Ekim 2008 Perşembe
22 Ekim 2008 Çarşamba
Bazı Amellerin Faziletleri
Günlük yaptığımız bazı ameller insan için çok menfaatli, çok faziletli olduğu halde, bazı kardeşlerimiz bu amellerin sevabından gafil kalmakta veya hafife almaktadırlar. Bunu neticesi olarak da bu amellerin sevabının ve ecrinin ne kadar çok olduğunun farkına bile varamamaktadırlar. Mü’min kardeşlerimize bu ecir ve sevapları tekrar anlatmakta fayda görüyoruz.
1- Mesela; insan istibra ve istinca yaparken kalbi huzurlu olmalı, gaflet içerisinde bulunmamalıdır. Kendi kendine: "Allah-u Zülcelâl'in huzuruna çıkıyorum. O’na münacaatta bulunacağım. Onun için çok iyi temizlenmeliyim." Diye mülahaza etmelidir. Çünkü huzurlu bir şekilde yapılan taharet, abdestin huzurlu olarak alınmasına sebep olur.Huzur içinde alınan abdest de, namazın huzurlu olarak kılınmasına vesile olur. Huzur içinde kılınan bir namaz da diğer vakitlerin huzurlu geçmesine sebep olur
2- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden abdest suyunu getirip, ağzına, burnuna su veren ve sümküren herkesin günahları ağzından ve burnunun deliklerinden çıkar. Sonra, yüzünü Allah'ın emrettiği şekilde yıkadığında, yüzünün günahları su ile birlikte sakalının uçlarından dökülür. Sonra kollarını dirseklerine kadar yıkar, kollarının günahları su ile birlikte parmaklarının uçlarından dökülür. Sonra başını mesheder, başının günahları, su ile birlikte saçının uçlarından dökülür. Sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkar, ayaklarının günahları parmak uçlarından su ile birlikte dökülür. Bu kişi kalkar da namaz kılar ve Allah-u Zülcelâl'e hamd eder, eğer, layık olduğu şekilde tazim eder ve Allah rızasından başka şeyleri kalbinden çıkarırsa, günahlarından, annesinden doğduğu günkü gibi temizlenir." (Müslim)
Ömer bin Hattab (radıyallahu anh)’dan rivayetle, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden her kim abdestini iyice ve tam olarak alır sonra da; "Eşhedu enlâ ilâhe illallahu vahdehu la şerike leh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu" derse cennetin sekiz kapısı açılır. Dilediği kapıdan girer." (Müslim, Ebu Davud, İbn Mace)
"İnsan abdestini bitirince Kadir suresini bir defa okursa, sadıklardan olur. İki defa okursa, şehitler divanına yazılır. Üç defa okursa, peygamberlerle haşir olunur." (Deylemi)
Bu hadislerden anlaşılan şudur ki, kişi abdest alırken adapların tümünü yerine getirirse, kişi için o kadar çok menfaatli olur ki, kıyamet günü o yıkadığı yerler nurdan bembeyaz olur. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), ümmetini bu nurdan tanıyacaktır. Bütün bunlardan kendimizi mahrum etmememiz lazımdır.
3- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi abdestini güzelce alır, kalbi ve yüzü ile yönelerek (yani ihlâsla, kalbini masivadan, dünyadan, uzak tutarak) iki rekât namaz kılarsa, kendisine cennet vacip olur." (Müslim, Ebu Davud, Nesai, İbn Mace, İbn Huzeyme)
Abdest alındıktan veya gusül yapıldıktan sonra, başka herhangi bir namazın kılınması halinde, mesela; tahiyyetü'l-mescid namazı ve benzeri bir namaz kılınırsa; kılınan bu namaz, abdest veya gusül için kılınacak namaz yerine geçmiş kabul edilir. Ayrıca, abdest veya gusül namazı kılmaya gerek yoktur. Bu ecir ve sevaplardan kendimizi mahrum etmememiz lazımdır.
Müezzinin sesi işitildiği zaman, Sa'd bin Ebî Vakkas (radıyallahu anh)'dan rivayet edilen şu dua okunmalıdır: "Ve enne eşhedu enlâ ilahe, illallah-u vahdehu la şerike leh, ve enne Muhammeden abduhu ve rasûluh. Radıytu billahi rabben ve bil islami dinen ve bi Muhammedin sallallahu aleyhi veselleme resûla." (Beyhaki)
Anlamı: "Ben, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve onun tek olduğuna ve hiçbir ortağı bulunmadığına ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim. Rabbimin Allah olmasından, dinimin İslam olmasından ve Peygamberimin Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olmasından razıyım.”
Amr bin As’ın oğlu Abdullah (radıyallahu anh)'dan rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Müezzini ezan okurken işitince, onun söylediklerini siz de söyleyin. Sonra benim üzerime salâvat-ı şerife getirin. Zira benim üzerime bir defa salâvat-ı şerife getirene Allah on sevap verir. Daha sonra Allah'tan benim için ‘vesile’yi isteyiniz. Çünkü Vesile cennette bir makamdır ki, o makam Allah'ın kullarından sadece bir kula verilecektir. Ve ben, o bir kul olmak istiyorum. Kim benim için ‘vesile’yi isterse, ona kesinlikle şefaat ederim." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)
Vesile duası şudur: “Allahumme rabbe hazihid-daveti't-tâammeh. Vessalati'l- gâimeh. Âti seyyidina Muhammeden (sallallahu aleyhi ve sellem) el-vesilete ve'l-fadileh. Veb'ashu magamen mahmuden ellezi ve’adtehu. (İnneke lâ tuhlifu'l-mîâd.)" (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbn Mace)
Anlamı: "Ey bu tam olan davetin ve kılınmakta olan namazın Rabbi olan Allah'ım. Muhammed'e ‘vesile’yi ve yüksek dereceleri ver ve onu vaat ettiğin övülmüş makam olan Makam-ı Mahmud'a gönder. Sen verdiğin sözü bozmazsın."
Ezana icabet edildiği zaman müezzinin dediği gibi demek gerekir. Ancak müezzin “hayya alessalah” ve “hayya alelfelah” dediği zaman, “Lâ havle ve lâ guvvete illâ billâhil aliyyil azîm” demelidir.
Ne işle meşgul isek de onu terk edip ezana cevap verelim. Bunun ecir ve sevabından kendimizi mahrum etmeyelim. İmam-ı Suyuti buyuruyor ki: “Kim ezan okunurken konuşursa onun akıbetinden korkulur. (Kim müezzine cevap vermezse, onun imansız gideceğinden korkulur.)”
4- Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'dan rivayetle Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ne dersiniz, birinizin kapısı önünde bir nehir olsa, o kimse bu nehirde günde beş defa yıkansa, kir diye hiçbir şeyi kalır mı?" Ashap: "Kir namına hiçbir şeyi kalmaz" dediler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurdu: "İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bunlar sayesinde günahları siler." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai)
Abdullah bin Ömer (radıyallahu anh) der ki: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün namazdan söz ederek şöyle buyurdu: "Kim namaza devam ederse namaz onun için (sıkıntılarından) bir nur (doğru yolda olduğuna) bir delil, kıyamet gününde bir kurtuluş olur. Kim de ona devam etmez ise nursuz, delilsiz kalır, kurtuluşa eremez. Kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve Übeyy bin Halef'le beraber olur." (Ahmed bin Hanbel, Taberani, İbn Hıbban)
Namaz hakkında birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Kişi namazını tam kılmaya ne kadar çok gayret ve özen gösterirse, huşu ve huzurlu olursa, namazın rükû ve secdesini güzel yaparsa, o namazdan alacağı pay da o kadar çok olur. Huzurlu olmazsa, rükû ve secdesini tam yapmazsa, namazdan alacağı ecir ve sevap da o kadar az olur.
5- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir zatın cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve iş yerinde kıldığı namazdan yirmi beş kat daha fazladır. Zira güzelce abdest aldıktan sonra sırf namaz kılmak niyetiyle camiye gitmek için yola çıkarsa, atmış olduğu her adımda rütbesi bir derece artar ve bir günahı silinir. Namazı kıldığında, camide olduğu ve abdestini bozmadığı sürece melekler ona devamlı: ‘Ya Rabbi! Ona rahmet et. Ya Rabbi! Ona acı!’ diye dua ederler. Bu kimse namazı beklediği sürece namazda sayılır." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)
"Cemaatle namaz kılmaktan geri kalan bu kişi, cemaate giden şu zatın sevabını bilseydi, elleri ve ayakları üzerinde emekleyerek de olsa cemaate gelirdi." (Taberani)
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) birçok hadis-i şeriflerde namazların cemaatle kılınmasını emretmiştir. Dinimiz cemaate çok ehemmiyet vermiş ve müslümanların cemaat ve birlik olmalarını teşvik etmiştir.
Bütün bu okunanları tatbik etmek kendi menfaatimizedir. Bu büyük menfaat ve hayır fırsatını kaçırmayalım.
1- Mesela; insan istibra ve istinca yaparken kalbi huzurlu olmalı, gaflet içerisinde bulunmamalıdır. Kendi kendine: "Allah-u Zülcelâl'in huzuruna çıkıyorum. O’na münacaatta bulunacağım. Onun için çok iyi temizlenmeliyim." Diye mülahaza etmelidir. Çünkü huzurlu bir şekilde yapılan taharet, abdestin huzurlu olarak alınmasına sebep olur.Huzur içinde alınan abdest de, namazın huzurlu olarak kılınmasına vesile olur. Huzur içinde kılınan bir namaz da diğer vakitlerin huzurlu geçmesine sebep olur
2- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden abdest suyunu getirip, ağzına, burnuna su veren ve sümküren herkesin günahları ağzından ve burnunun deliklerinden çıkar. Sonra, yüzünü Allah'ın emrettiği şekilde yıkadığında, yüzünün günahları su ile birlikte sakalının uçlarından dökülür. Sonra kollarını dirseklerine kadar yıkar, kollarının günahları su ile birlikte parmaklarının uçlarından dökülür. Sonra başını mesheder, başının günahları, su ile birlikte saçının uçlarından dökülür. Sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkar, ayaklarının günahları parmak uçlarından su ile birlikte dökülür. Bu kişi kalkar da namaz kılar ve Allah-u Zülcelâl'e hamd eder, eğer, layık olduğu şekilde tazim eder ve Allah rızasından başka şeyleri kalbinden çıkarırsa, günahlarından, annesinden doğduğu günkü gibi temizlenir." (Müslim)
Ömer bin Hattab (radıyallahu anh)’dan rivayetle, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden her kim abdestini iyice ve tam olarak alır sonra da; "Eşhedu enlâ ilâhe illallahu vahdehu la şerike leh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu" derse cennetin sekiz kapısı açılır. Dilediği kapıdan girer." (Müslim, Ebu Davud, İbn Mace)
"İnsan abdestini bitirince Kadir suresini bir defa okursa, sadıklardan olur. İki defa okursa, şehitler divanına yazılır. Üç defa okursa, peygamberlerle haşir olunur." (Deylemi)
Bu hadislerden anlaşılan şudur ki, kişi abdest alırken adapların tümünü yerine getirirse, kişi için o kadar çok menfaatli olur ki, kıyamet günü o yıkadığı yerler nurdan bembeyaz olur. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), ümmetini bu nurdan tanıyacaktır. Bütün bunlardan kendimizi mahrum etmememiz lazımdır.
3- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kişi abdestini güzelce alır, kalbi ve yüzü ile yönelerek (yani ihlâsla, kalbini masivadan, dünyadan, uzak tutarak) iki rekât namaz kılarsa, kendisine cennet vacip olur." (Müslim, Ebu Davud, Nesai, İbn Mace, İbn Huzeyme)
Abdest alındıktan veya gusül yapıldıktan sonra, başka herhangi bir namazın kılınması halinde, mesela; tahiyyetü'l-mescid namazı ve benzeri bir namaz kılınırsa; kılınan bu namaz, abdest veya gusül için kılınacak namaz yerine geçmiş kabul edilir. Ayrıca, abdest veya gusül namazı kılmaya gerek yoktur. Bu ecir ve sevaplardan kendimizi mahrum etmememiz lazımdır.
Müezzinin sesi işitildiği zaman, Sa'd bin Ebî Vakkas (radıyallahu anh)'dan rivayet edilen şu dua okunmalıdır: "Ve enne eşhedu enlâ ilahe, illallah-u vahdehu la şerike leh, ve enne Muhammeden abduhu ve rasûluh. Radıytu billahi rabben ve bil islami dinen ve bi Muhammedin sallallahu aleyhi veselleme resûla." (Beyhaki)
Anlamı: "Ben, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve onun tek olduğuna ve hiçbir ortağı bulunmadığına ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim. Rabbimin Allah olmasından, dinimin İslam olmasından ve Peygamberimin Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olmasından razıyım.”
Amr bin As’ın oğlu Abdullah (radıyallahu anh)'dan rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Müezzini ezan okurken işitince, onun söylediklerini siz de söyleyin. Sonra benim üzerime salâvat-ı şerife getirin. Zira benim üzerime bir defa salâvat-ı şerife getirene Allah on sevap verir. Daha sonra Allah'tan benim için ‘vesile’yi isteyiniz. Çünkü Vesile cennette bir makamdır ki, o makam Allah'ın kullarından sadece bir kula verilecektir. Ve ben, o bir kul olmak istiyorum. Kim benim için ‘vesile’yi isterse, ona kesinlikle şefaat ederim." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)
Vesile duası şudur: “Allahumme rabbe hazihid-daveti't-tâammeh. Vessalati'l- gâimeh. Âti seyyidina Muhammeden (sallallahu aleyhi ve sellem) el-vesilete ve'l-fadileh. Veb'ashu magamen mahmuden ellezi ve’adtehu. (İnneke lâ tuhlifu'l-mîâd.)" (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbn Mace)
Anlamı: "Ey bu tam olan davetin ve kılınmakta olan namazın Rabbi olan Allah'ım. Muhammed'e ‘vesile’yi ve yüksek dereceleri ver ve onu vaat ettiğin övülmüş makam olan Makam-ı Mahmud'a gönder. Sen verdiğin sözü bozmazsın."
Ezana icabet edildiği zaman müezzinin dediği gibi demek gerekir. Ancak müezzin “hayya alessalah” ve “hayya alelfelah” dediği zaman, “Lâ havle ve lâ guvvete illâ billâhil aliyyil azîm” demelidir.
Ne işle meşgul isek de onu terk edip ezana cevap verelim. Bunun ecir ve sevabından kendimizi mahrum etmeyelim. İmam-ı Suyuti buyuruyor ki: “Kim ezan okunurken konuşursa onun akıbetinden korkulur. (Kim müezzine cevap vermezse, onun imansız gideceğinden korkulur.)”
4- Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'dan rivayetle Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ne dersiniz, birinizin kapısı önünde bir nehir olsa, o kimse bu nehirde günde beş defa yıkansa, kir diye hiçbir şeyi kalır mı?" Ashap: "Kir namına hiçbir şeyi kalmaz" dediler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurdu: "İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bunlar sayesinde günahları siler." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai)
Abdullah bin Ömer (radıyallahu anh) der ki: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün namazdan söz ederek şöyle buyurdu: "Kim namaza devam ederse namaz onun için (sıkıntılarından) bir nur (doğru yolda olduğuna) bir delil, kıyamet gününde bir kurtuluş olur. Kim de ona devam etmez ise nursuz, delilsiz kalır, kurtuluşa eremez. Kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve Übeyy bin Halef'le beraber olur." (Ahmed bin Hanbel, Taberani, İbn Hıbban)
Namaz hakkında birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Kişi namazını tam kılmaya ne kadar çok gayret ve özen gösterirse, huşu ve huzurlu olursa, namazın rükû ve secdesini güzel yaparsa, o namazdan alacağı pay da o kadar çok olur. Huzurlu olmazsa, rükû ve secdesini tam yapmazsa, namazdan alacağı ecir ve sevap da o kadar az olur.
5- Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir zatın cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve iş yerinde kıldığı namazdan yirmi beş kat daha fazladır. Zira güzelce abdest aldıktan sonra sırf namaz kılmak niyetiyle camiye gitmek için yola çıkarsa, atmış olduğu her adımda rütbesi bir derece artar ve bir günahı silinir. Namazı kıldığında, camide olduğu ve abdestini bozmadığı sürece melekler ona devamlı: ‘Ya Rabbi! Ona rahmet et. Ya Rabbi! Ona acı!’ diye dua ederler. Bu kimse namazı beklediği sürece namazda sayılır." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)
"Cemaatle namaz kılmaktan geri kalan bu kişi, cemaate giden şu zatın sevabını bilseydi, elleri ve ayakları üzerinde emekleyerek de olsa cemaate gelirdi." (Taberani)
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) birçok hadis-i şeriflerde namazların cemaatle kılınmasını emretmiştir. Dinimiz cemaate çok ehemmiyet vermiş ve müslümanların cemaat ve birlik olmalarını teşvik etmiştir.
Bütün bu okunanları tatbik etmek kendi menfaatimizedir. Bu büyük menfaat ve hayır fırsatını kaçırmayalım.
19 Ekim 2008 Pazar
Allahın İkramına Talip Olmak Güzel Amelle Mümkündür
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin.
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Bu böyledir, çünkü Allah, bir topluma bahşettiği nimeti ve esenliği, o toplum kendi gidişini değiştirmedikçe asla değiştirmez.” (Enfal; 53) “Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad; 11)
Ayet-i kerimelerde buyrulduğu üzere bir topluma olan ilâhî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların güzel hâllerini devâm ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin razı olduğu güzellikler terk edilir, o vakit Allah-u Zülcelâl’in rahmet ve nimeti de o toplum üzerinden kalkar. Şüphesiz Allah-u Zülcelâl, herhangi bir kavme verdiği nimeti, onlar durumlarını çirkin durumlarla değiştirmedikçe, onlardan çekip almaz ve yok etmez. Bu, Allah'ın kanunlarındandır. O, herhangi bir kavme verdiği afiyet ve nimeti, emniyet ve izzeti, onlar bu nimetlere karşı nankörlük edip günahlara dalmadıkça değiştirmez.
Rivayete göre, Allah-u Zülcelâl İsrailoğullarından bir peygambere şöyle vahyetmiştir: "Kavmine de ki, herhangi bir şehir ve herhangi bir ev halkı Allah'a itaat eder, sonra bu hallerinden Allah'a isyan haline dönerlerse, Allah onların sevdikleri şeyi ellerinden alır, onun yerine sevmedikleri şeyi verir.” Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, insanlar zahiri ve manevi durumlarını kötüye çevirmedikçe, Allah-u Zülcelâl de onların üzerinden hidayet, feyiz ve nisbeti kaldırmıyor. Mesela bazı kimseler, “Benim üzerime feyiz gelmiyor, muhabbetim kalmadı.” gibi sözler söylüyorlar.
Demek ki o kimse, Allah-u Zülcelâl’in razı olmadığı şekilde davranıyor ki böyle durumlar meydana geliyor. İnsanın bu durumun kendinden kaynaklandığını anlaması lazımdır. Çünkü insan kendini iyiliğe sevk etmedikçe, Allah-u Zülcelâl feyzini ve muhabbetini o kimseye vermiyor. İnsan kendisini biraz düzeltirse, Allah-u Zülcelâl ona kat kat yardım ediyor ve hiç kimsenin emeğini zayi etmiyor. Nitekim Allah-u Zülcelâl bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: “... Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben de ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben de ona koşarak gelirim.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Buradaki karış, kulaç ve koşmak kelimeleri mecazidir. Allah-u Zülcelâl böyle buyurmakla kuluna katbekat sevap vereceğini, ona kat kat iyilikte, ihsanda bulunacağını anlatıyor.
Bütün bunlara bakarak zahiri ve manevi günahlardan uzak durmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelâl bize de kat kat feyzini ve muhabbetini nasip etsin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Blog Arşivi
-
▼
2008
(34)
- ► 06/22 - 06/29 (5)
- ► 09/21 - 09/28 (1)
- ► 10/12 - 10/19 (4)
- ▼ 10/19 - 10/26 (3)
- ► 10/26 - 11/02 (2)
- ► 11/02 - 11/09 (5)
- ► 11/09 - 11/16 (6)
- ► 11/16 - 11/23 (7)
- ► 12/21 - 12/28 (1)
-
►
2009
(16)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 03/01 - 03/08 (1)
- ► 04/26 - 05/03 (1)
- ► 06/14 - 06/21 (2)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 06/28 - 07/05 (2)
- ► 07/05 - 07/12 (2)
- ► 07/19 - 07/26 (1)
- ► 09/20 - 09/27 (1)
- ► 09/27 - 10/04 (1)
- ► 11/08 - 11/15 (1)
- ► 11/15 - 11/22 (2)
-
►
2010
(16)
- ► 04/11 - 04/18 (3)
- ► 05/02 - 05/09 (1)
- ► 06/06 - 06/13 (1)
- ► 06/13 - 06/20 (1)
- ► 06/27 - 07/04 (3)
- ► 10/03 - 10/10 (2)
- ► 10/17 - 10/24 (1)
- ► 10/24 - 10/31 (1)
- ► 10/31 - 11/07 (1)
- ► 11/21 - 11/28 (1)
- ► 11/28 - 12/05 (1)
-
►
2011
(22)
- ► 01/02 - 01/09 (1)
- ► 01/23 - 01/30 (1)
- ► 02/20 - 02/27 (1)
- ► 03/06 - 03/13 (2)
- ► 05/15 - 05/22 (1)
- ► 05/29 - 06/05 (1)
- ► 06/12 - 06/19 (1)
- ► 07/10 - 07/17 (2)
- ► 07/31 - 08/07 (9)
- ► 10/02 - 10/09 (1)
- ► 10/09 - 10/16 (1)
- ► 11/20 - 11/27 (1)
-
►
2012
(38)
- ► 01/01 - 01/08 (1)
- ► 01/08 - 01/15 (1)
- ► 01/22 - 01/29 (2)
- ► 01/29 - 02/05 (1)
- ► 02/26 - 03/04 (1)
- ► 04/08 - 04/15 (1)
- ► 04/22 - 04/29 (1)
- ► 05/06 - 05/13 (1)
- ► 05/13 - 05/20 (1)
- ► 05/27 - 06/03 (1)
- ► 06/17 - 06/24 (1)
- ► 06/24 - 07/01 (1)
- ► 07/01 - 07/08 (2)
- ► 07/15 - 07/22 (1)
- ► 07/29 - 08/05 (1)
- ► 08/05 - 08/12 (1)
- ► 08/12 - 08/19 (1)
- ► 08/26 - 09/02 (1)
- ► 09/02 - 09/09 (1)
- ► 09/09 - 09/16 (1)
- ► 09/16 - 09/23 (1)
- ► 09/23 - 09/30 (1)
- ► 09/30 - 10/07 (1)
- ► 10/14 - 10/21 (2)
- ► 10/28 - 11/04 (1)
- ► 11/04 - 11/11 (1)
- ► 11/11 - 11/18 (1)
- ► 11/18 - 11/25 (3)
- ► 12/02 - 12/09 (1)
- ► 12/09 - 12/16 (1)
- ► 12/16 - 12/23 (1)
- ► 12/23 - 12/30 (1)
- ► 12/30 - 01/06 (1)
-
►
2013
(32)
- ► 01/06 - 01/13 (1)
- ► 01/13 - 01/20 (1)
- ► 01/20 - 01/27 (1)
- ► 02/10 - 02/17 (2)
- ► 02/17 - 02/24 (1)
- ► 02/24 - 03/03 (2)
- ► 03/03 - 03/10 (1)
- ► 03/10 - 03/17 (1)
- ► 03/17 - 03/24 (1)
- ► 03/31 - 04/07 (2)
- ► 04/07 - 04/14 (1)
- ► 04/14 - 04/21 (2)
- ► 04/21 - 04/28 (3)
- ► 04/28 - 05/05 (1)
- ► 05/12 - 05/19 (2)
- ► 05/26 - 06/02 (1)
- ► 06/02 - 06/09 (1)
- ► 06/09 - 06/16 (1)
- ► 07/07 - 07/14 (1)
- ► 07/28 - 08/04 (1)
- ► 12/01 - 12/08 (1)
- ► 12/08 - 12/15 (1)
- ► 12/15 - 12/22 (1)
- ► 12/22 - 12/29 (1)
- ► 12/29 - 01/05 (1)
-
►
2014
(52)
- ► 01/05 - 01/12 (1)
- ► 01/19 - 01/26 (1)
- ► 01/26 - 02/02 (4)
- ► 02/02 - 02/09 (1)
- ► 02/09 - 02/16 (2)
- ► 02/16 - 02/23 (1)
- ► 03/02 - 03/09 (1)
- ► 03/16 - 03/23 (1)
- ► 03/30 - 04/06 (1)
- ► 04/06 - 04/13 (2)
- ► 04/13 - 04/20 (2)
- ► 04/20 - 04/27 (2)
- ► 04/27 - 05/04 (1)
- ► 05/04 - 05/11 (1)
- ► 05/11 - 05/18 (2)
- ► 05/18 - 05/25 (1)
- ► 05/25 - 06/01 (1)
- ► 06/01 - 06/08 (1)
- ► 06/08 - 06/15 (1)
- ► 06/15 - 06/22 (1)
- ► 06/22 - 06/29 (1)
- ► 06/29 - 07/06 (1)
- ► 07/06 - 07/13 (1)
- ► 07/13 - 07/20 (2)
- ► 07/20 - 07/27 (1)
- ► 07/27 - 08/03 (1)
- ► 08/03 - 08/10 (1)
- ► 08/10 - 08/17 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (1)
- ► 09/14 - 09/21 (2)
- ► 09/21 - 09/28 (1)
- ► 09/28 - 10/05 (1)
- ► 10/05 - 10/12 (1)
- ► 10/12 - 10/19 (1)
- ► 10/26 - 11/02 (1)
- ► 11/02 - 11/09 (1)
- ► 11/09 - 11/16 (1)
- ► 11/16 - 11/23 (1)
- ► 11/23 - 11/30 (1)
- ► 12/07 - 12/14 (1)
- ► 12/14 - 12/21 (1)
- ► 12/21 - 12/28 (1)
-
►
2015
(25)
- ► 01/04 - 01/11 (1)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 01/18 - 01/25 (1)
- ► 01/25 - 02/01 (1)
- ► 02/08 - 02/15 (1)
- ► 02/22 - 03/01 (1)
- ► 03/01 - 03/08 (1)
- ► 03/08 - 03/15 (1)
- ► 03/15 - 03/22 (1)
- ► 04/12 - 04/19 (1)
- ► 04/19 - 04/26 (1)
- ► 05/10 - 05/17 (1)
- ► 05/17 - 05/24 (3)
- ► 06/07 - 06/14 (1)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 07/12 - 07/19 (1)
- ► 07/19 - 07/26 (1)
- ► 10/18 - 10/25 (1)
- ► 10/25 - 11/01 (1)
- ► 11/01 - 11/08 (1)
- ► 11/29 - 12/06 (1)
- ► 12/13 - 12/20 (1)
- ► 12/20 - 12/27 (1)
-
►
2016
(3)
- ► 01/24 - 01/31 (1)
- ► 05/01 - 05/08 (2)
-
►
2018
(24)
- ► 02/25 - 03/04 (1)
- ► 03/04 - 03/11 (5)
- ► 03/18 - 03/25 (2)
- ► 04/08 - 04/15 (2)
- ► 04/29 - 05/06 (9)
- ► 05/06 - 05/13 (1)
- ► 06/03 - 06/10 (2)
- ► 07/15 - 07/22 (1)
- ► 08/19 - 08/26 (1)
-
►
2019
(2)
- ► 04/14 - 04/21 (1)
- ► 09/22 - 09/29 (1)
-
►
2020
(1)
- ► 02/16 - 02/23 (1)
-
►
2021
(1)
- ► 04/11 - 04/18 (1)
-
►
2022
(1)
- ► 03/20 - 03/27 (1)
ÇOCUKLARA GÜZEL ALIŞKANLIKLARI NASIL KAZANDIRABİLİRİZ?
Doğruluk, dürüstlük, merhamet, diğerkâmlık, adalet gibi güzel ahlakın emarelerini çocuklarında görmek, her anne babanın isteği ve emelidir. ...
-
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Hased etmekten sakının. Çünkü hased, sevaplar...
-
Bir imtihan diyarıydı Uhud… Bedir’de ilk mağlubiyetlerini alan müşrikler, daha kalabalık bir orduyla, Uhud Dağı eteklerine kadar gelmişlerd...
-
Osmanlı Devleti’nde nikâh akitleri ya bizzat kadılar veya kadıların verdiği izinnâme ile yetkili kılınan imamlar tarafından yapılırdı. Şer‘i...