Wikipedia

Arama sonuçları

17 Haziran 2009 Çarşamba

Peygamberlik ve Vahiy

Vahiy "Allah Teala'nın dilediği şeyleri peygamberlerine, mahiyeti bizce tam bilinemeyen bir yolla bildirmesi, Allah Teala ile elçisi arasında bir çeşit gizli ve süratli haberleşme, Allah'ın elçisinin kalbine indirdiği şey" demektir. Peygamberlik ve vahiy birbirinden ayrılmayan iki kavramdır. Allah'tan vahiy almayan peygamber düşünülemez. Vahyin nasıl gerçekleştiğini sadece onu yaşayan peygamber bilir. Ancak vahyin geliş şekilleri ve peygamberde meydana getirdiği etkiler o sırada bu olaya şahit olanlar tarafından gözlemlenebilmiştir.

Allah'ın gönderdiği peygamberlerin getirdiği mesajlar her peygamberin kendi halkının dilinde olmuştur. Bir insana düşüncelerimizi açıklamak için bunları onun bildiği lisanla anlatmanın dışında bir yöntem henüz mevcut değildir. Bunun için de her peygamber gönderildiği toplumun içinden seçilmiş, onların yakından tanıdığı -dolayısıyla karakterini, güvenilirliğini bildikleri- biri olmuş ve onların diliyle konuşmuştur. Hatta peygamberlerin getirdiği mucizeler dahi yaşadıkları toplumda revaç bulan konularla ilgili olmuştur. Bu gerçek, dini anlamaya çalışırken o dinin doğduğu coğrafyayı ve toplum yapısını göz ardı etmememiz gerektiğini gösterir. Fakat yeryüzünde bir başlangıç yapabilmek için bir başlama noktasının gerekli olması o inancın ve kültürün o coğrafyayla sınırlanmasını ve yerelliğini zorunlu kılmaz. Diller, mekânlar, sınırlar bizim var oluşumuzun zorunlu unsurlarıdır. Bu kayıtlarla sınırlı olmayan bir makamdan gelen ilahî bilgi, muhatabının taşıdığı zorunluluklar nedeniyle bir coğrafyayı ve bir kültürü kendisine başlangıç noktası olarak seçme durumundadır. Anlatacağımız sözün, muhatabımızın zorunlu kapasitesinin ve sınırlarının çerçevesi içinde kalmaya mahkum oluşu da bundandır.

Vahiy ile kalpte beliren bilgi demek olan ilham arasında fark vardır. Vahiy peygambere gelir, Allah tarafından korunur ve gözetim altında peygambere ulaşır. İlham ise korunmuş değildir, yanılma payı vardır.

Mucize

Mucize, "Yüce Allah'ın, peygamberlerini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten aciz kaldığı olağanüstü olay"dır. Bir peygamberin peygamberliğini ispat, ancak hiç şüphe taşımayan kesin bir delille mümkün olabilir. Bu kesin delil de, ya onun gösterdiği mucizeyi görmek veya kesin bilgi ifade eden mütevatir bir haberle o mucizeden haberdar olmaktır.

Tabiat kanunlarının geçerliliğini ve etkilerini kısa ve geçici bir süre için durduran mucizenin mahiyeti, pozitif bilimlerle açıklanamaz. Ancak, bu evreni yaratan ve onun işleyiş kurallarını belirleyen, her şeyin sahibi, Kadîr-i Mutlak (gücü herhangi bir şeyle sınırlanamayan) Allah'ın dilediği zaman, dilediği kişi için kendisinin koymuş olduğu bu kuralların dışına çıkmasının mümkün olabileceğine iman eden bir akıl mucizeyi kabul edebilir.

Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok peygamberin mucizesinden bahsedilir. Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini ispat eden mucizeler ise üç başlık altında incelenir. Bunlardan birincisi Peygamberimizin en büyük mucizesi olarak kabul edilen ve akıllara hitap eden Kur'ân mucizesidir. Kur'ân her çağın akıl sahiplerine hitap eden, akıllara durgunluk verecek derecede büyük ve edebî, kıyamete kadar devam edecek bir mucizedir. Kur'ân-ı Kerîm, hem söz hem de anlam yönünden mucizevîdir. O, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, üslûbu, şaşırtıcı nazmı, fesahat ve belagatiyle onları aciz bırakmıştır. Devrin en ünlü şairleri Kur'ân'dan sonra onu aşacak bir söz söylenemez diyerek şiiri bırakmış, ona iman etmeyenler dahi üslûbunun mucizevî etkisinden kurtulamamışlar ve onunla söz yarışına girmeyi terk etmişlerdir. Ümmî bir peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'in Allah'tan aldığı vahiy ile getirdiği Kur'ân ilmî açıdan da en yüksek gerçekleri kapsamaktadır. Bilim ve tekniğin çok sonra ulaştığı gerçekleri Kur'ân asırlar önceden haber vermiş, hiçbir buluş ve bilimsel gelişme, onun içeriği ile ters düşmemiştir. İkinci olarak Hz. Peygamber'in yaşadığı dönemdeki insanlara gösterdiği, duyu organlarıyla algılanabilen olağanüstü olaylar hissî mucizeler olarak kabul edilir. Bu konuda kaynaklarda pek çok rivayet vardır. Son olarak da Hz. Muhammed (sav)'in her hangi bir eğitim ve öğretimden geçmediği halde geçmiş ve geleceğe dair vermiş olduğu haberler de O'nun mucizelerinden sayılmaktadır.

16 Haziran 2009 Salı

Dünyayı Seven İnsanın Hali

Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hadis-i Şerif'te şöyle buyurmuştur: "Dünyayı seven ahireti sevmez, ahireti seven de dünyayı sevmez. Siz baki olan ahireti fani olan dünyaya tercih edin." (Taberani, Hakim)

Dünya, bütün kötülüklerin başıdır. İnsanın kalbinde dünya sevgisi ne derece varsa, ahiretin sevgisi o derece o kimsenin kalbinden çıkar. Kim neyi severse Allah-u Zülcelal ona istediğini nasip eder. Dünyayı sevenlere de dünyayı nasip eder. Çünkü Allah-u Zülcelal’in yanında dünyanın hiçbir değeri yoktur. Dokuz yüz elli sene yaşayan Nuh (Aleyhisselam)’a vefat hastalığında: “Dünyayı nasıl buldun?” diye sormuşlar. Kendisi de: “Dünyayı iki kapılı bir han gibi gördüm. Bir kapıdan girdim, diğerinden çıktım.” demiştir.

Gerçekten dünya hayatı çok kısadır. Bakınız! Hz Nuh (Aleyhisselam) dokuz yüz elli sene yaşadığı halde sanki onu hiç yaşamamış gibi görmüştür. Buna göre herkes kendi halini düşünmelidir. Nasıl ki su ile ateş bir arada bulunmazsa, dünya ve ahiret sevgisi de aynı kalpte bulunmaz. Baki olan ahiret hayatı için geçici olan bu dünya hayatını satanlar, her ikisini de kazanırlar. Ama dünya için ahiretini satanlar, her ikisini de kaybederler. Hz. Süleyman (Aleyhisselam) bir gün muhteşem bir şekilde havada gidiyordu. Kuşlar ve cinler onun hizmetinde bulunuyorlardı. Hz. Süleyman (Aleyhisselam) İsrailoğullarından bir abide uğradı. Abid: “Ey Davud’un oğlu! Allah sana ne büyük bir saltanat vermiştir.” dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman (Aleyhisselam) şöyle buyurdu: “Mü’minin amel defterinde yazılı olan bir tesbih, Davud’un oğluna verilen bu muazzam saltanattan daha hayırlıdır. Çünkü tesbih baki kalır, saltanat ise geçicidir.”

Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dünya sizin için, siz ahiret için yaratılmışsınız. O sebeple, dünyanızdan ahiretiniz için hazırlık yapın. Bilin ki, dünyadan sonra bu hazırlığı yapmak mümkün değildir. Çünkü ondan sonra yeriniz ya cennet veya cehennemdir.” (Deylemi)

Dünyayı seven bir kimse, öldüğü zaman sevdiğinden ayrıldığı için azab çeker. Bu azabın şiddeti de dünya sevgisinin şiddeti ölçüsündedir. Allah-u Zülcelal’i ve ahireti seven ise, ölürken sevdiğine kavuştuğu için sevinç duyar. Bu sevincin büyüklüğü de Allah ve ahiret sevgisinin büyüklüğü derecesindedir. Hiç olmazsa Şah-ı Nakşibend (Kuddise Sırruh) Hz.lerinin şu sözüne uyalım. Şah-ı Naksibend (Kuddise Sırruh) bir gün, cemaatine güzel bir yemek verip onlara şöyle dedi: "Biz bu yemeği yiyeceğiz, hiç olmazsa bununla çok ibadet edelim. Nefis bir hayvan gibidir. Biz ise ona binmişiz. O bizi dağların tepesinden, yukarılardan aşağıya doğru düşürmesin. Madem ki yiyoruz, o yediğimizle ibadet edelim. Nefsin başına bir gem vurup ona fırsat vermeyelim. Bu yemekleri yedikten sonra, ona fırsat verirsek, azgınlaşır.”

Annemiz Hafsa (Radıyallahu Anha), bir gün babası Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)‘a şöyle dedi: "Ey baba! Allah, halifeliğin zamanında, sana o kadar fetihler nasip etti ki dünyayı fethettin. Rızıklar çoğaldı. Niye biraz yumuşak elbise giyip, güzel yemekler yemiyorsun?"

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh): "Ey Hafsa! Sen Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in zamanını, onun o durumunu hatırlamıyor musun? Unuttun mu? Ben ölünceye kadar, Allah'ın rızasını kazanmak için Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) ve Hz.Ebubekir (Radıyallahu Anh) gibi nefsime karşı şiddetli olacağım" dedi. Allah bizi onların hayrından mahrum etmesin. (Amin)

Blog Arşivi

ÇOCUKLARA GÜZEL ALIŞKANLIKLARI NASIL KAZANDIRABİLİRİZ?

Doğruluk, dürüstlük, merhamet, diğerkâmlık, adalet gibi güzel ahlakın emarelerini çocuklarında görmek, her anne babanın isteği ve emelidir. ...

Etiketler İSLAM