http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontektirebolu.azbuz.com :http://yaglikuyumcutirebolusabrikontek.azbuz.com: Bu önemli konuya önce tarihi bir misalle bakalım isterseniz. Halife Hazreti Ömer (ra) yolda giderken ayağıyla taşlara vurup yol kenarına iter, yönettiği insanların yollarını temizlerdi.
Bir gün yine âdeti olduğu üzere ayağıyla vurduğu bir taş yuvarlanarak, geçmekte olan bir insanın ayağına çarptı. Buna müteessir oldu fakat bir şey söylemeden geçip gitti. Aradan tam bir sene geçmişti. Yine aynı yerde yürürken aynı adamın karşıdan gelmekte olduğunu gördü. Hemen cebinden bir miktar para çıkarıp adama 'Buyur bunu harçlık yap' dedi ve şöyle devam etti. "Geçen sene bu yolda taşları ayıklayarak giderken ayağımla vurduğum bir taş, yuvarlanıp senin ayağına değmiş; ben de halkımdan birinin ayağını incittiğim için üzüntüye kapılmıştım. Alır da hakkını helal edersen, beni bir senedir duyduğum üzüntüden kurtarmış olacaksın!."
Bu, o günkü yöneticiden bir örnek. Bir de o günkü halktan bir örnek hatırlayalım. Halktan biri olan Ebu Zer, komşusunun karnı açken Müslüman'ın kendi evinde tok olarak uyuyamayacağını iddia ediyor, elinde imkanı olanların ihtiyaç içinde kalan kardeşlerine yardım etmedikçe evlerinde uyumalarının caiz olmadığını ileri sürüyordu. Onun bu iddiasında ne kadar samimi olduğunu anlamak için, bir akşam kendisine bir kese dolusu para getirip kabul etmesini isteyen bir köle, Ebu Zer'in kendisinden daha muhtaçlara vermesini istemesi üzerine kölenin cevabı şöyle oldu: -"Bunu sana kabul ettirebilirsem benim hürriyetime kavuşacağım sözü verdiler, ne olur bu yardımı kabul eyle de beni hürriyetime kavuştur.!." Bunun üzerine Ebu Zer gönderilen parayı kabul eder. Ne var ki o gecenin sabahında erkenden geri gelen köle:
- Size akşam getirdiğim parayı yanlış yere getirmişim. Başkasına vermem gerekmiş; parayı geri istiyorlar, der. Ebu Zer'in buna cevabı şöyle olur: - Ben komşularımın ihtiyaç içinde inledikleri sırada evinde bol para ile uyumanın caiz olmayacağına inandığım için, verdiğin parayı akşam hemen yoksul aileleri dolaşarak hepsini de ihtiyaç sahiplerine dağıttım, ondan sonra gelip evimde uyuyabildim. Şu anda sana iade edecek tek dinar yoktur bende!
İşte bu da Halife Hazreti Ömer zamanındaki komşusunu düşünen halktan bir misal!. Şimdi biraz daha beriye, hicretin yetmişinci senelerine doğru halka zulmüyle şöhret yapmış Haccac-ı Zalim'in devrine geliyoruz. İşte bu zalim adama bir gün halktan gelen teklif şöyle oldu: - Sen Hazreti Ömer'in halkına karşı takındığı adaletli tavrını biliyorsun. Ne olur, biraz da ona benze. Onun gibi adaletli davran bize. O, halkının kazara ayağına bir taş değmesinden bile teessüre kapılıyor; bir sene sonra da olsa, helallik diliyordu!
Halkın bu isteğine Haccac'ın tarihî cevabı nasıl oldu biliyor musunuz? Bakın halkın adaletli yönetim isteğine Haccac nasıl cevap verdi: - Doğru söylüyorsunuz! Ömer'in halka adaleti öyle idi. Fakat şu gerçeği de unutmayın, Ömer'in zamanında Ebu Zer gibi de halk vardı. Siz Ebu Zer gibi yoksulu yetimi, komşusunu düşünen halk olun, ben de Ömer gibi halkı düşünen yönetici olayım. Siz Ebu Zer gibi halk olmuyorsunuz, ama benden Ömer gibi yöneticilik istiyorsunuz. Allah iyi insanlara kötü yöneticiyi musallat etmez, kötü insanlara da iyi yönetici nasip etmez. Halk neye layık halde ise yönetici de ona münasip şekilde gelir. Bunu böyle bilin, kendinizi iyi yönetime layık hale getirin ki, istediğiniz iyi yönetime kavuşasınız!
-Ne dersiniz bu cevaba? Şu andaki tecelliler neyi gösteriyor? Bizdeki birlik beraberliğimizi koruma ve halimizi düzeltme gibi iyi gelişmelerin bir gereği midir bu yeni yönetim tecellileri acaba? Biz halimizi daha da düzeltirsek daha da düzgün yönetime layık hale mi gelmiş olacağız? Biz düzeldikçe yetimimiz de düzelecek, Rabb'imiz layık olduğumuz yönetimi mi nasip edecek bizlere? İyi yönetime bunun için mi sahip çıkmamız gerekiyor? Enfal Sûresi'ndeki ayet (53) de buna mı işaret ediyor: 'Allah bir topluma verdiği iyi yönetim nimetini değiştirmez, o toplum iyi yönetime layık olan iyi halini değiştirmedikçe!'
Wikipedia
Arama sonuçları
3 Ağustos 2011 Çarşamba
Müslüman,toplumda hep kucaklaşmanın savunucusu olur!..
http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontektirebolu.azbuz.com :http://yaglikuyumcutirebolusabrikontek.azbuz.com: Saadet asrında yaşanmış nice olaylar vardır ki günümüze ışık tutmakta, ölçü vermektedir. Bunlardan birini bir daha hatırlayalım bu gün isterseniz..
Müslümanlar arasında çıkacak olan anlaşmazlık ve ihtilafta taraflara düşen ilk görev, Hucurat suresindeki ayetlerde açık ve net bir şekilde bildirilmiştir.Kısaca bir göz atalım:
-Müminlerden iki taraf arasında bir münakaşa ve mukatele çıkarsa hemen aralarına girerek anlaşmalarını sağlayın,barışı ve itaati hakim kılın,kardeşliği tesis edin.!.
Evet, Rabbimiz her şeyden önce Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda barışı ve itaati emrediyor, anlaşma sağlama görevimizi hatırlatıyor.
Efendimiz (sas) Hazretleri de ayetin barış emreden manasını açıklarken:
-Barış anlaşması, anlaşmaların efendisidir! buyuruyor,her şeyden önce barışı sağlamanın baş görevimiz olduğuna dikkatimizi çekiyor..
Bu sebeple Müslümanlar arasında yaşanmış ihtilaflara baktığımızda bugünkü anlaşmazlıklar karşısındaki tavrımızın ne olması gerektiğini net bir şekilde tespit edebiliyoruz. Şöyle ki:
Medine’de Müslümanlar arasında ayrılık ateşi yakmaya çalışan münafıklardan biri vardı. Kabilesinden olan Müslümanları bile etkilemişti bu bozguncu adam. Birlik beraberliği bozucu davranışlarını önlemek isteyen bazı sahabeler diyorlar ki:
-Ya Resulellah! şu Übey bin Selül’ün yanına gitsek de birlik beraberliğimizi bozucu beyan ve davranışlardan vaz geçmesi konusunda nasihatlerde bulunsanız..
Efendimiz (sas) Hazretleri ashabının bu teklifine uyarak merkebine binip yanındakilerle birlikte bahçesinde meşgul olan bozguncunun ayağına kadar gitme tevazuu gösteriyor..Ancak daha uzaktan Resulüllahın (sas ) geldiğini gören münafıkların başı, tepkisini saygısızca dile getirmekten çekinmeyerek bağırıyor:
-Yaklaşma ya Muhammed! eşeğinin kokusu şimdiden burnumun direğini kıracak hale geldi!.
Bu saygısız söze karşılık vermekte geç kalmayan Ensar’dan bir zat da:
-Vallahi diyor, Resulülllahın eşeğinin kokusu senin kokundan temizdir!.
İşte bu karşılıklı atışma, bir nasihat konuşmasına fırsat vermeden hemen çatışmaya dönüşüyor. Resulüllahın (sas) yanındaki sahabelerle ,bozguncu başının yanındaki (kendi kabilesinden olan ) Müslümanlar karşı karşıya taşlı sopalı kavgaya tutuşuyorlar..
Gariptir ki, Übey bin Selul’ün yanında yer alıp da sahabeye karşı koyanlar da kötü kimseler değiller. Sadece kabilelerinden olan Übeyy bin Selul’ün tarafını tutma gayreti taşıyorlar.Yoksa Resulüllaha (sas) karşı oluşlarından da değil..
İşte böyle iki tarafın da birbirleriyle rahatça konuşmaya fırsat bulamadan münakaşayı mukateleye doğru götürmelerinden dolayı Hucurat suresindeki bize ölçü veren ayetlerin ikazı geliyor:
-Müminlerden iki grup münakaşa ve mukateleye yönelirlerse seyirci kalmayıp aralarına girin ve anlaşmayı sağlayıncaya kadar çalışın..Birinci vazifeniz tartışmayı durdurup barış içinde konuşma ve anlaşmayı sağlamak olsun..Şayet bir taraf haksızlıkta ısrar eder de, anlaşma gayretleri netice vermezse, artık size düşen, itaat eden haklının yanında,isyana yönelen haksızın da karşısında olmak,toplumdaki birlik beraberliği koruma görevinde yerini almaktır!..
Bu sebeple İslam toplumunda istişare vardır, itaat vardır, ama isyan ve anarşi yoktur. Çünkü anarşi toplumda kendine taraf olacak Müslüman göremez, ayrılık gayrılık tohumu ekecek çevre bulamaz.! Müslüman, toplumla kucaklaşmanın savunucusu olur,bunu görev bilir..
Nitekim Medine’de bozguncu münafıkların hep ıslahları için çare aranmış, hatta münafık başının ölümünde bile bir sahabe olan oğlu Abdullahın isteği üzerine Efendimiz(sas) Hazretleri gömleğini kefen olarak münafık başına vermiş, cenaze namazını da kıldırma şefkati göstermiştir. Gösterilen bu şefkat üzerine bin kadar yahudi taraftarı da yanlışta ısrardan vaz geçerek sahabelerle kucaklaşmayı tercih etme gereği duymuşlardır.
Bundan dolayı diyoruz ki:
-Müslüman toplumda hep kucaklaşmanın savunucusu olur, ayrışıp küsmenin değil ....
Müslümanlar arasında çıkacak olan anlaşmazlık ve ihtilafta taraflara düşen ilk görev, Hucurat suresindeki ayetlerde açık ve net bir şekilde bildirilmiştir.Kısaca bir göz atalım:
-Müminlerden iki taraf arasında bir münakaşa ve mukatele çıkarsa hemen aralarına girerek anlaşmalarını sağlayın,barışı ve itaati hakim kılın,kardeşliği tesis edin.!.
Evet, Rabbimiz her şeyden önce Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklarda barışı ve itaati emrediyor, anlaşma sağlama görevimizi hatırlatıyor.
Efendimiz (sas) Hazretleri de ayetin barış emreden manasını açıklarken:
-Barış anlaşması, anlaşmaların efendisidir! buyuruyor,her şeyden önce barışı sağlamanın baş görevimiz olduğuna dikkatimizi çekiyor..
Bu sebeple Müslümanlar arasında yaşanmış ihtilaflara baktığımızda bugünkü anlaşmazlıklar karşısındaki tavrımızın ne olması gerektiğini net bir şekilde tespit edebiliyoruz. Şöyle ki:
Medine’de Müslümanlar arasında ayrılık ateşi yakmaya çalışan münafıklardan biri vardı. Kabilesinden olan Müslümanları bile etkilemişti bu bozguncu adam. Birlik beraberliği bozucu davranışlarını önlemek isteyen bazı sahabeler diyorlar ki:
-Ya Resulellah! şu Übey bin Selül’ün yanına gitsek de birlik beraberliğimizi bozucu beyan ve davranışlardan vaz geçmesi konusunda nasihatlerde bulunsanız..
Efendimiz (sas) Hazretleri ashabının bu teklifine uyarak merkebine binip yanındakilerle birlikte bahçesinde meşgul olan bozguncunun ayağına kadar gitme tevazuu gösteriyor..Ancak daha uzaktan Resulüllahın (sas ) geldiğini gören münafıkların başı, tepkisini saygısızca dile getirmekten çekinmeyerek bağırıyor:
-Yaklaşma ya Muhammed! eşeğinin kokusu şimdiden burnumun direğini kıracak hale geldi!.
Bu saygısız söze karşılık vermekte geç kalmayan Ensar’dan bir zat da:
-Vallahi diyor, Resulülllahın eşeğinin kokusu senin kokundan temizdir!.
İşte bu karşılıklı atışma, bir nasihat konuşmasına fırsat vermeden hemen çatışmaya dönüşüyor. Resulüllahın (sas) yanındaki sahabelerle ,bozguncu başının yanındaki (kendi kabilesinden olan ) Müslümanlar karşı karşıya taşlı sopalı kavgaya tutuşuyorlar..
Gariptir ki, Übey bin Selul’ün yanında yer alıp da sahabeye karşı koyanlar da kötü kimseler değiller. Sadece kabilelerinden olan Übeyy bin Selul’ün tarafını tutma gayreti taşıyorlar.Yoksa Resulüllaha (sas) karşı oluşlarından da değil..
İşte böyle iki tarafın da birbirleriyle rahatça konuşmaya fırsat bulamadan münakaşayı mukateleye doğru götürmelerinden dolayı Hucurat suresindeki bize ölçü veren ayetlerin ikazı geliyor:
-Müminlerden iki grup münakaşa ve mukateleye yönelirlerse seyirci kalmayıp aralarına girin ve anlaşmayı sağlayıncaya kadar çalışın..Birinci vazifeniz tartışmayı durdurup barış içinde konuşma ve anlaşmayı sağlamak olsun..Şayet bir taraf haksızlıkta ısrar eder de, anlaşma gayretleri netice vermezse, artık size düşen, itaat eden haklının yanında,isyana yönelen haksızın da karşısında olmak,toplumdaki birlik beraberliği koruma görevinde yerini almaktır!..
Bu sebeple İslam toplumunda istişare vardır, itaat vardır, ama isyan ve anarşi yoktur. Çünkü anarşi toplumda kendine taraf olacak Müslüman göremez, ayrılık gayrılık tohumu ekecek çevre bulamaz.! Müslüman, toplumla kucaklaşmanın savunucusu olur,bunu görev bilir..
Nitekim Medine’de bozguncu münafıkların hep ıslahları için çare aranmış, hatta münafık başının ölümünde bile bir sahabe olan oğlu Abdullahın isteği üzerine Efendimiz(sas) Hazretleri gömleğini kefen olarak münafık başına vermiş, cenaze namazını da kıldırma şefkati göstermiştir. Gösterilen bu şefkat üzerine bin kadar yahudi taraftarı da yanlışta ısrardan vaz geçerek sahabelerle kucaklaşmayı tercih etme gereği duymuşlardır.
Bundan dolayı diyoruz ki:
-Müslüman toplumda hep kucaklaşmanın savunucusu olur, ayrışıp küsmenin değil ....
Öğrencilikte ve emeklilikte hayatın altın fırsatları
http://sabrikontek.azbuz.com http://sabrikontektirebolu.azbuz.com :http://yaglikuyumcutirebolusabrikontek.azbuz.com:
Her tatil devresinde geriye dönüp de şöyle bir bakınca hayatın başında ve sonunda iki altın fırsatın yer aldığını görmekteyiz.
Hayatın başındaki altın fırsat, tatil devresinde çocukların din eğitimi alma fırsatı..
Hayatın sonundaki altın fırsat da, yaşlıların emeklilik devresindeki boşluğu değerlendirme fırsatı..
-Neden hayatın altın fırsatları bu iki devredeki boşluklar?.
Çünkü her iki boşlukta da ebedi hayatın kazanılması söz konusu da ondan..Mesela çocuklar ömür boyu kılacakları namazlarını, okuyacakları Kur’anlarını , hatta uygulayacakları temel İslami bilgilerini..hep bu tatil devrelerindeki din eğitimlerinde kazanırlar. Aldıkları dini bilgiler üzerine inşa ederler geleceklerini..Hatta yaşlılar dahi yaşadıkları dini hayatlarını çocukluk devresinde aldıkları bu eğitime borçlu olduklarını anlatırken: ‘İyi ki tatillerde Kur’an kursuna gitmişiz, namazda okuyacaklarımızı ezberleme fırsatını kaçırmamışız..’diyerek hayatın başındaki altın fırsatı değerlendirmiş olmanın mutluluğunu yaşarlar..
Bu bakımdan, gençler için hayatın başındaki tatil devreleri hayatın ilk altın fırsatı oluğu gibi, emekliler için de hayatın sonundaki emeklilik devresi de hayatın son altın fırsatıdır, diye yorumlanır. Çünkü artık ununu eleyip eleğini duvara asmış bulunan emekli insan, eline kalemi kağıdı alıp meşguliyetinin çokluğu günlerinde kılamadığı namazlarını, yerine getirmediği dini görevlerini, varsa üzerindeki hakları tespit eder. Her gün geçmişte kılamadığı namazlarını kaza etmeye başlar, ibadet borcunu bu devrede tümüyle ödemeyi hedef alır,belki öğrenmediği Kur’anı dahi öğrenebilir,okumadığı dini kitapları okur,hatta hayır hizmetlerinde görev bile üstlenebilir...derken emeklilik devresi, ebedi hayatını kazandıran son bir altın fırsat devresi olup çıkar..
Bu durumda bazılarının çöküş ve tükeniş devresi dedikleri emeklilik devresini hayatının en verimli altın devresi haline getirmiş olur bu emekli kimse...Çünkü insan hayatında, ebedi hayatını kazandıran devreden daha kıymetli bir devre olamaz..Yeter ki bu şuur gösterilsin, hayatın bu son altın fırsatı israf edilmeden değerlendirilmiş olunsun..
Burada bir önemli noktaya daha dikkat çekmek isterim.
Yaşlılık devresindeki son fırsatı böyle değerlendiren emekliler, ebedi hayatlarını kurtarmış olabilecekleri gibi, tatildeki boşluk fırsatını aldıkları din eğitimiyle değerlendiren gençler de, hem kendilerini, hem de kendilerini din eğitimine gönderen ana babalarını kurtarmış olabilirler.
Bu nasıl olur? Ona ait bir (terğib ve teşvik) rivayetini arz edeyim izin verirseniz.
İsa Aleyhisselam bir mezarlığın yanından geçerken mevtanın birinin kabir azabı çektiğini keşfeder, adama acıyarak yoluna devam eder. Dönüşte ise kabir sahibinden azabın kaldırıldığını anlayınca sevinir, ellerini açıp dua ederek sorar: Rabbim hangi halinden dolayı kaldırdın bu kulunun azabını?
Rabbimiz şöyle bildirir azabı kaldırma sebebini:
-Bu kulumun bir yavrusu dünyada din dersi almaya başladı, benim ismimi ezberleyip besmele çekti. Çocuğu yer üstünde benim ismimi ezberleyen ana babaya yer altında ben azap etmem! Din dersi alan çocuğunun hatırına babasından azabı kaldırdım!..
Demek ki, çocuğun öğrendiği din bilgisi, okuduğu Allah kelamı, kendi hayatını kurtardığı gibi ana babasının kabir azabından kurtulmasına da sebep olabilmektedir.
Öyle ise çocukların tatilde din dersi almaları önemsenmeli, geçmişlerinden azabın kaldırılmasına sebep olabilecekleri dahi düşünülmeli de, hayatın başındaki bu altın fırsat tam değerlendirilmelidir.
Her tatil devresinde geriye dönüp de şöyle bir bakınca hayatın başında ve sonunda iki altın fırsatın yer aldığını görmekteyiz.
Hayatın başındaki altın fırsat, tatil devresinde çocukların din eğitimi alma fırsatı..
Hayatın sonundaki altın fırsat da, yaşlıların emeklilik devresindeki boşluğu değerlendirme fırsatı..
-Neden hayatın altın fırsatları bu iki devredeki boşluklar?.
Çünkü her iki boşlukta da ebedi hayatın kazanılması söz konusu da ondan..Mesela çocuklar ömür boyu kılacakları namazlarını, okuyacakları Kur’anlarını , hatta uygulayacakları temel İslami bilgilerini..hep bu tatil devrelerindeki din eğitimlerinde kazanırlar. Aldıkları dini bilgiler üzerine inşa ederler geleceklerini..Hatta yaşlılar dahi yaşadıkları dini hayatlarını çocukluk devresinde aldıkları bu eğitime borçlu olduklarını anlatırken: ‘İyi ki tatillerde Kur’an kursuna gitmişiz, namazda okuyacaklarımızı ezberleme fırsatını kaçırmamışız..’diyerek hayatın başındaki altın fırsatı değerlendirmiş olmanın mutluluğunu yaşarlar..
Bu bakımdan, gençler için hayatın başındaki tatil devreleri hayatın ilk altın fırsatı oluğu gibi, emekliler için de hayatın sonundaki emeklilik devresi de hayatın son altın fırsatıdır, diye yorumlanır. Çünkü artık ununu eleyip eleğini duvara asmış bulunan emekli insan, eline kalemi kağıdı alıp meşguliyetinin çokluğu günlerinde kılamadığı namazlarını, yerine getirmediği dini görevlerini, varsa üzerindeki hakları tespit eder. Her gün geçmişte kılamadığı namazlarını kaza etmeye başlar, ibadet borcunu bu devrede tümüyle ödemeyi hedef alır,belki öğrenmediği Kur’anı dahi öğrenebilir,okumadığı dini kitapları okur,hatta hayır hizmetlerinde görev bile üstlenebilir...derken emeklilik devresi, ebedi hayatını kazandıran son bir altın fırsat devresi olup çıkar..
Bu durumda bazılarının çöküş ve tükeniş devresi dedikleri emeklilik devresini hayatının en verimli altın devresi haline getirmiş olur bu emekli kimse...Çünkü insan hayatında, ebedi hayatını kazandıran devreden daha kıymetli bir devre olamaz..Yeter ki bu şuur gösterilsin, hayatın bu son altın fırsatı israf edilmeden değerlendirilmiş olunsun..
Burada bir önemli noktaya daha dikkat çekmek isterim.
Yaşlılık devresindeki son fırsatı böyle değerlendiren emekliler, ebedi hayatlarını kurtarmış olabilecekleri gibi, tatildeki boşluk fırsatını aldıkları din eğitimiyle değerlendiren gençler de, hem kendilerini, hem de kendilerini din eğitimine gönderen ana babalarını kurtarmış olabilirler.
Bu nasıl olur? Ona ait bir (terğib ve teşvik) rivayetini arz edeyim izin verirseniz.
İsa Aleyhisselam bir mezarlığın yanından geçerken mevtanın birinin kabir azabı çektiğini keşfeder, adama acıyarak yoluna devam eder. Dönüşte ise kabir sahibinden azabın kaldırıldığını anlayınca sevinir, ellerini açıp dua ederek sorar: Rabbim hangi halinden dolayı kaldırdın bu kulunun azabını?
Rabbimiz şöyle bildirir azabı kaldırma sebebini:
-Bu kulumun bir yavrusu dünyada din dersi almaya başladı, benim ismimi ezberleyip besmele çekti. Çocuğu yer üstünde benim ismimi ezberleyen ana babaya yer altında ben azap etmem! Din dersi alan çocuğunun hatırına babasından azabı kaldırdım!..
Demek ki, çocuğun öğrendiği din bilgisi, okuduğu Allah kelamı, kendi hayatını kurtardığı gibi ana babasının kabir azabından kurtulmasına da sebep olabilmektedir.
Öyle ise çocukların tatilde din dersi almaları önemsenmeli, geçmişlerinden azabın kaldırılmasına sebep olabilecekleri dahi düşünülmeli de, hayatın başındaki bu altın fırsat tam değerlendirilmelidir.
Aile içinde düşeni kucaklayıp kaldırma vefası..
http://sabrikontek.azbuz.com : Aile içinde beyinin bazı olumsuz tavırlarından üzüntü duyan hanımefendi diyor ki:
- Önceleri böyle itici ve rahatsız edici halleri yoktu, son devrelerde olmaması gereken alışkanlıklar ediniyor, tasvip etmeyeceğimiz tavırlar sergiliyor.. Bu hallerine tepki gösteriyorum, bunlar sana yakışmıyor, diyorum, tepkime tepki ile karşılık veriyor, daha da uzaklaşıyor; susuyorum vicdanım rahat etmiyor, yanlışlarını sürdürüyor. Doğrusu, nasıl bir tutum içinde muhatap olacağımı bilemez oldum. Beyin bu rahatsız edici hallerine karşı susayım mı, konuşayım mı? Tavrım nasıl olmalı diyorum?
********
Ailede gerilime sebep olan bu tür üzücü haller, zaman zaman yaşanmakta, karşılıklı tepkilere de sebep olabilmektedir. Bu durumu düzeltmenin çaresi elbette tek değildir. Ancak bu gibi yaygın gerilimlerde yanlış yapana karşı takınılacak ilk tavır, ‘Yara yapmadan tedavi etmek, tahribe sebep olmadan tamirde bulunmak’ diyebileceğimiz düşündürmeye yönelik yumuşak tavır olmalıdır.
Aile içinde bazen hanım, bazen da beyde başlayan böyle gerilim sebebi hallere karşı tümüyle susmak fayda getirmeyeceği gibi, tümüyle sert sözlerle tepki göstermek de fayda getirmiyor.
Öyle bir tavır takınmalıdır ki, ne fayda getirmeyen susmak olsun, ne de zarar getiren sert karşılıklarla hata düzeltmek olsun. Bediuzzaman Hazretlerinin ifadesiyle:
-Akla kapı aç ,iradeyi elden alma!.üslubu seçilsin. Yani, rahatsızlık duyduğunuz yanlışları yumuşak bir dille muhatabın aklına, mantığına, vicdanına duyurmakla yetinin, ama kabul ettirmek için diretmeyin, ısrara gitmeyin, tepki doğuracak tartışmaya sebep olmayın. ‘Senin bu halin bende, üzülme kırılmalar meydana getiriyor, durumunu bir gözden geçirsen.. gibi sözlerle vicdan muhasebesiyle baş başa kalmasını sağlayın. Bundan sonrasında da içinizden dua ederek deyin ki:
- Rabbim, bu benim eşim ise senin de kulundur. Ben bana düşeni sakin bir sesle vicdanına aksettirip düşünmesini sağlamaya çalışıyorum. Bundan sonrası sana aittir. Kapıldığı bu yanlışlarından kurtulma duygusu nasip eyle!..
İşte bu tavra biz “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” tavrı diyoruz. “Yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olamadan tamirde bulunma tedbiri ” diyoruz.
Ayrıca bu müspet tavrı siz daha da ileriye götürerek: Düşene herkes bir tekme atıyor, bir tekme de ben atmayayım, ben bir vefa ve şefkat örneği göstererek kucaklayıp düştüğü yerden kaldırma kahramanlığını tercih edeyim, de diyebilirsiniz.
Böylece aile içinde farklı bir vefa ve sabır örneği vermiş, düşene tekme atma değil, kucaklayıp kaldırma sadakati göstermiş olursunuz. Bu da sizin aileyi ayakta tutan sabır ve sadakat kahramanlığınız olur.
Kolay tavır mı bunlar? Elbette değil. Ancak unutulmamalı ki, İslam’da sabrın içi boşaltılmış değildir. Sabrın içindeki uhrevi ödüller düşünülünce sabır kolaylaşır. Hatta, çok şükür yine sabrettim, yine ben kazandım, diyerek sabırda mutluluk dahi duyulabilir. Hatta bazı maneviyat büyükleri, ibadetinizle kazanamadığınız Cenneti aile içindeki sabrınızla kazanabilirsiniz, dahi demişlerdir.
- Neden Müslüman’ın aile içinde göstereceği sabırlı tavrın değeri böyle çok yüksektir?
Çünkü o yuvada imanlı hayat yaşanacak, inanmış bir de nesil yetişecektir. Bunun için ne kadar fedakarlık gösterilse değer.
Bundan dolayı aile içinde ‘akla kapı aç, iradeyi elden alma’ anlayışına dikkat çekilmiş, ‘tahribe sebep olmadan tamirde bulunma’ tedbirine yönelinmesi istenmiştir.
....
- Önceleri böyle itici ve rahatsız edici halleri yoktu, son devrelerde olmaması gereken alışkanlıklar ediniyor, tasvip etmeyeceğimiz tavırlar sergiliyor.. Bu hallerine tepki gösteriyorum, bunlar sana yakışmıyor, diyorum, tepkime tepki ile karşılık veriyor, daha da uzaklaşıyor; susuyorum vicdanım rahat etmiyor, yanlışlarını sürdürüyor. Doğrusu, nasıl bir tutum içinde muhatap olacağımı bilemez oldum. Beyin bu rahatsız edici hallerine karşı susayım mı, konuşayım mı? Tavrım nasıl olmalı diyorum?
********
Ailede gerilime sebep olan bu tür üzücü haller, zaman zaman yaşanmakta, karşılıklı tepkilere de sebep olabilmektedir. Bu durumu düzeltmenin çaresi elbette tek değildir. Ancak bu gibi yaygın gerilimlerde yanlış yapana karşı takınılacak ilk tavır, ‘Yara yapmadan tedavi etmek, tahribe sebep olmadan tamirde bulunmak’ diyebileceğimiz düşündürmeye yönelik yumuşak tavır olmalıdır.
Aile içinde bazen hanım, bazen da beyde başlayan böyle gerilim sebebi hallere karşı tümüyle susmak fayda getirmeyeceği gibi, tümüyle sert sözlerle tepki göstermek de fayda getirmiyor.
Öyle bir tavır takınmalıdır ki, ne fayda getirmeyen susmak olsun, ne de zarar getiren sert karşılıklarla hata düzeltmek olsun. Bediuzzaman Hazretlerinin ifadesiyle:
-Akla kapı aç ,iradeyi elden alma!.üslubu seçilsin. Yani, rahatsızlık duyduğunuz yanlışları yumuşak bir dille muhatabın aklına, mantığına, vicdanına duyurmakla yetinin, ama kabul ettirmek için diretmeyin, ısrara gitmeyin, tepki doğuracak tartışmaya sebep olmayın. ‘Senin bu halin bende, üzülme kırılmalar meydana getiriyor, durumunu bir gözden geçirsen.. gibi sözlerle vicdan muhasebesiyle baş başa kalmasını sağlayın. Bundan sonrasında da içinizden dua ederek deyin ki:
- Rabbim, bu benim eşim ise senin de kulundur. Ben bana düşeni sakin bir sesle vicdanına aksettirip düşünmesini sağlamaya çalışıyorum. Bundan sonrası sana aittir. Kapıldığı bu yanlışlarından kurtulma duygusu nasip eyle!..
İşte bu tavra biz “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” tavrı diyoruz. “Yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olamadan tamirde bulunma tedbiri ” diyoruz.
Ayrıca bu müspet tavrı siz daha da ileriye götürerek: Düşene herkes bir tekme atıyor, bir tekme de ben atmayayım, ben bir vefa ve şefkat örneği göstererek kucaklayıp düştüğü yerden kaldırma kahramanlığını tercih edeyim, de diyebilirsiniz.
Böylece aile içinde farklı bir vefa ve sabır örneği vermiş, düşene tekme atma değil, kucaklayıp kaldırma sadakati göstermiş olursunuz. Bu da sizin aileyi ayakta tutan sabır ve sadakat kahramanlığınız olur.
Kolay tavır mı bunlar? Elbette değil. Ancak unutulmamalı ki, İslam’da sabrın içi boşaltılmış değildir. Sabrın içindeki uhrevi ödüller düşünülünce sabır kolaylaşır. Hatta, çok şükür yine sabrettim, yine ben kazandım, diyerek sabırda mutluluk dahi duyulabilir. Hatta bazı maneviyat büyükleri, ibadetinizle kazanamadığınız Cenneti aile içindeki sabrınızla kazanabilirsiniz, dahi demişlerdir.
- Neden Müslüman’ın aile içinde göstereceği sabırlı tavrın değeri böyle çok yüksektir?
Çünkü o yuvada imanlı hayat yaşanacak, inanmış bir de nesil yetişecektir. Bunun için ne kadar fedakarlık gösterilse değer.
Bundan dolayı aile içinde ‘akla kapı aç, iradeyi elden alma’ anlayışına dikkat çekilmiş, ‘tahribe sebep olmadan tamirde bulunma’ tedbirine yönelinmesi istenmiştir.
....
İnsan kendi emeğiyle kazandığıyla değerlendirilir!.
http://sabrikontek.azbuz.com :Bazı kimseler yaratılıştaki fiziki yapısını kendi eseriymiş gibi yorumlar,güzelliği varsa gururlanır ,çirkinliği söz konusu ise komplekse girer, yaratılıştan var olan farklılıklarını kendi nefsine mal ederek değişik değerlendirmelere kapılır.
Bu durumda insan, fiziki görüntüsüyle mi, yoksa kendi şahsi gayretiyle kazandığı vasıflarıyla mı kıymet kazanır? Neleri ifade edebilirsiniz insanın bu gibi fıtri güzellik ve çirkinliğinin etkisinde kalması konusunda?.
Gerçek olan odur ki,İnsan kendi iradesinin eseri olanla değerlendirilir. Kendi emeğinin eseri olamayan fıtri görüntülerinden ne itibar kazanır, ne de itibar kaybeder. Çünkü Yaratan öyle münasip görmüş, öyle takdir etmiştir. Kendinin hissesi yoktur fiziki yapısından, fıtri görünüşünden. İnsanı değerli kılan, kendi iradesi ve emeğiyle elde ettiği vasıflarıdır. Kendi özel emeği ve gayretiyle ne gibi vasıflar kazanmışsa o dur onu yücelten, itibarlı kılan..
Nitekim meşhur Lokman Hekimin fiziki yapısını gören biri bakar ki, siyah renkli, kalın dudaklı bir görüntü var. Küçümser. Adamın değerlendirmesini anlayan Lokman Hekim şöyle açıklamada bulunur:
-Ne yüzümün boyasını ben sürdüm, ne de dudaklarımın modelini ben çizdim. Ben ancak benim emeğimle kazandığımın adamıyım. Bulduğum ilaçlar; söylediğim sözlerle bakın bana. Benim eserim olmayan fiziki görüntümle değil. O Yaratan’ın uygun bulduğu takdiridir.Benim emeğimin eseri değildir..
Nitekim fıtri ve fiziki güzelliğiyle çevresine kuş bakışı bakan bir hanıma İmam-ı Ali efendimiz şöyle hatırlatmada bulunur:
-Ey Allahın kulu!,der. Bu görüntü senin eserin değildir ki kendine pay çıkarıp ta başkalarına kuş bakışı bakasın. Sen kendi iradenle elde ettiğin vasıflarınla değer kazanırsın. İlimde, sanatta, ev hanımlığında ,salih amellerinde ne derinliktesin, neler kazanmışsın kendi emeğinle sen ona bak!.
Büyük zayıf bir beden yapısına sahip İbn-i Mesud Hazretleri bir ağaca tırmanırken aşağıdan çöp gibi ince bacaklarıyla iskelet gibi bedenini görenlerin gülüşmeleri üzerine Efendimiz şöyle uyarıda bulunur:
-Ne gülüşüyorsunuz mahşerde sevabı Uhud’dan da ağır gelecek kardeşinize?..
Evet, bacakları ince,bedeni sıska,ama bunlar kendi eseri değildir ki?.Yaratanın takdiridir. Onun eseri kendi amelidir. Kendi ameli ise mahşerde Uhud dağından da ağır gelecek durumdadır. Öyle ise ince bacak, sıska bedenine rağmen İbn-i Mesud kazanmıştır!
Meşhur arap şairi Cahız da patlak gözlü, çukur yüzlü biriydi. Çiçek hastalığından sonra yüzü sürülmüş tarla gibi yara izleriyle dolmuştu. Ama Cahız bu görüntüsüne saplanıp kalmadan çalışıp çabalayarak kendi emeğiyle edebiyatta üstad haline geldi. Onu fiziki görüntüsüyle görenler basite alırlar, ama bir iki dakikalık sohbetinden sonra bir türlü yanından ayrılamazlardı. Tekrar ettiği sözlerinden biri şöyleydi:
-Ben benim eserim olmayan dış görüntümden komplekse girmem. Ama benim eserim olan cahilliğimden, beceriksizliğimden,vasıfsızlığımdan hicap duyarım!.
İsmini büyük bir sevgiyle andığımız Bilal-i Habeşi’yi müşrikler basite alıp “Kara karga “diye tarif ederlerdi. Allah Resulü Efendimiz ise : “Bilal benim müezzinimdir!” diye bağrına basar ve değerlendirmesini şöyle yapardı:
- Allah sizin beden yapınıza ve dış görünüşünüze bakmaz. Kalbinizdeki niyetinize ve amellerinizdeki tercihlerinize bakar. Çünkü bunlar sizin kendi kazancınıızdır!..
Sözün özü: gençler fiziki ve fıtri yapısıyla değil, kendi gayretiyle kazandığı güzel vasıflarıyla ve mantıklı davranışlarıyla değerlenir, yoruma tabi tutulur.
Var mı kendimizi vasıflı insan haline getirme azim ve gayretimiz? Yoksa bizim eserimiz olmayan fıtri yapımızla mı eğleniyoruz ....
Bu durumda insan, fiziki görüntüsüyle mi, yoksa kendi şahsi gayretiyle kazandığı vasıflarıyla mı kıymet kazanır? Neleri ifade edebilirsiniz insanın bu gibi fıtri güzellik ve çirkinliğinin etkisinde kalması konusunda?.
Gerçek olan odur ki,İnsan kendi iradesinin eseri olanla değerlendirilir. Kendi emeğinin eseri olamayan fıtri görüntülerinden ne itibar kazanır, ne de itibar kaybeder. Çünkü Yaratan öyle münasip görmüş, öyle takdir etmiştir. Kendinin hissesi yoktur fiziki yapısından, fıtri görünüşünden. İnsanı değerli kılan, kendi iradesi ve emeğiyle elde ettiği vasıflarıdır. Kendi özel emeği ve gayretiyle ne gibi vasıflar kazanmışsa o dur onu yücelten, itibarlı kılan..
Nitekim meşhur Lokman Hekimin fiziki yapısını gören biri bakar ki, siyah renkli, kalın dudaklı bir görüntü var. Küçümser. Adamın değerlendirmesini anlayan Lokman Hekim şöyle açıklamada bulunur:
-Ne yüzümün boyasını ben sürdüm, ne de dudaklarımın modelini ben çizdim. Ben ancak benim emeğimle kazandığımın adamıyım. Bulduğum ilaçlar; söylediğim sözlerle bakın bana. Benim eserim olmayan fiziki görüntümle değil. O Yaratan’ın uygun bulduğu takdiridir.Benim emeğimin eseri değildir..
Nitekim fıtri ve fiziki güzelliğiyle çevresine kuş bakışı bakan bir hanıma İmam-ı Ali efendimiz şöyle hatırlatmada bulunur:
-Ey Allahın kulu!,der. Bu görüntü senin eserin değildir ki kendine pay çıkarıp ta başkalarına kuş bakışı bakasın. Sen kendi iradenle elde ettiğin vasıflarınla değer kazanırsın. İlimde, sanatta, ev hanımlığında ,salih amellerinde ne derinliktesin, neler kazanmışsın kendi emeğinle sen ona bak!.
Büyük zayıf bir beden yapısına sahip İbn-i Mesud Hazretleri bir ağaca tırmanırken aşağıdan çöp gibi ince bacaklarıyla iskelet gibi bedenini görenlerin gülüşmeleri üzerine Efendimiz şöyle uyarıda bulunur:
-Ne gülüşüyorsunuz mahşerde sevabı Uhud’dan da ağır gelecek kardeşinize?..
Evet, bacakları ince,bedeni sıska,ama bunlar kendi eseri değildir ki?.Yaratanın takdiridir. Onun eseri kendi amelidir. Kendi ameli ise mahşerde Uhud dağından da ağır gelecek durumdadır. Öyle ise ince bacak, sıska bedenine rağmen İbn-i Mesud kazanmıştır!
Meşhur arap şairi Cahız da patlak gözlü, çukur yüzlü biriydi. Çiçek hastalığından sonra yüzü sürülmüş tarla gibi yara izleriyle dolmuştu. Ama Cahız bu görüntüsüne saplanıp kalmadan çalışıp çabalayarak kendi emeğiyle edebiyatta üstad haline geldi. Onu fiziki görüntüsüyle görenler basite alırlar, ama bir iki dakikalık sohbetinden sonra bir türlü yanından ayrılamazlardı. Tekrar ettiği sözlerinden biri şöyleydi:
-Ben benim eserim olmayan dış görüntümden komplekse girmem. Ama benim eserim olan cahilliğimden, beceriksizliğimden,vasıfsızlığımdan hicap duyarım!.
İsmini büyük bir sevgiyle andığımız Bilal-i Habeşi’yi müşrikler basite alıp “Kara karga “diye tarif ederlerdi. Allah Resulü Efendimiz ise : “Bilal benim müezzinimdir!” diye bağrına basar ve değerlendirmesini şöyle yapardı:
- Allah sizin beden yapınıza ve dış görünüşünüze bakmaz. Kalbinizdeki niyetinize ve amellerinizdeki tercihlerinize bakar. Çünkü bunlar sizin kendi kazancınıızdır!..
Sözün özü: gençler fiziki ve fıtri yapısıyla değil, kendi gayretiyle kazandığı güzel vasıflarıyla ve mantıklı davranışlarıyla değerlenir, yoruma tabi tutulur.
Var mı kendimizi vasıflı insan haline getirme azim ve gayretimiz? Yoksa bizim eserimiz olmayan fıtri yapımızla mı eğleniyoruz ....
Birliğimizi koruma görevi, kendi irademize bırakılmıştır!..
http://sabrikontek.azbuz.com :
Biz Müslümanlar olarak kendi içimizde ve aramızda nasıl birlik beraberlik ruhu ve anlayışı içinde olmamız gerektiğine önemli ikaz ve işaretlerde bulunan bu yazıyı Kırık Testi’den derleyerek yerimizin aldığı kadarını arz etme gereği duydum. Konu okununca anlaşılacak ki, ülke içinde birlik beraberliğimizi korumak ve güçlendirmek bizim bir imtihanımız olarak kendi gayret ve irademize bırakılmıştır. İnsanlar bizzat bu iradeyi kullanmaktan sorumlu tutulmuştur. Sanırım siz de Efendimizin (sas) bu husustaki kabul olan olmayan şu iki duasını dikkatle okuyacak, benim gibi siz de ibretle düşüneceksiniz.
Hakkımızda kabul olan ve olmayan iki dua:
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ümmet-i Muhammed’in kökten ve toptan yok edilmemesi, umumi bir kıtlığa maruz kalmaması ve çoğunu helak edecek bir düşmanın onlara musallat kılınmaması için Cenâb-ı Hakk’a dua dua yalvarmış ve Allah (c.c) Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ın bu duasını kabul buyurmuştur!.
Buna göre bu ümmet, umumi bir helake uğramayacağı gibi, devamlı olarak başkalarının hâkimiyeti altında,işgal ve istilasında da kalmayacaktır!.
Ancak Efendimizin (sas) bu ümmetin kendi arasında birbirleriyle vuruşmamaları, birbirlerine düşmemeleri için yapmış olduğu duasının Cenâb-ı Hak tarafından kabul buyrulmadığı da ifade edilmiştir. (Müslim, Fiten, 19/20)
Bu son talebin kabul edilmeyiş hikmetiyle alâkalı şu önemli husus dile getirilebilir:
Bu birlik beraberlik konusu, insanların kendi irade ve gayretleriyle çözüp gerçekleştirecekleri bir konudur.
Zira insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Kendi iradesi işin içinde olmadan bir yere toplanmak, ağaçlar gibi üst üste yığılıp bir arada bulunmak insan haysiyet ve şerefine terstir!. Bunun yerine insanın, iradesinin hakkını vererek bir arada yaşayabilme ve başkalarıyla beraberlik tesis edebilme yollarını araştırması,çaresini bulması insanlığının gereğidir!.
Nitekim Cenâb-ı Hak farklı âyet-i kerimelerde tekrar tekrar
insanların birbiriyle imtihan edileceğini ifade buyurarak Ümmet-i Muhammed’in
maruz kalabileceği bu büyük fitne hususunda bizi ikaz etmektedir.
“ Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz” (En’âm Suresi, 6/53)
Evet, Allah (celle celâlühu) bizi pek çok şeyle imtihan etmektedir. Bazen
hastalıklarla, bazen musibetlerle, bazen ibadat- ü taatle, bazen de günahlarla
yani günahlara karşı bize verdiği zaaflarla imtihan ediyor.
İşte bu imtihanlardan biri de bazımızın bazımızla imtihan edilmemizdir. Çünkü insanın yaratılışı çok farklıdır. Allah (c.c.) insan nevinde değişik neviler yaratmıştır. İnsanlardan her bir fert başlı başına bir nev gibidir. Herkesin mizaç ve huyu farklıdır. Kimse
kimseye benzemez. Allah insanları bu şekilde farklı farklı yaratmakla, esma-i
ilâhiye ve sıfat-ı sübhaniyesinin tecellilerini gösteriyor. Ve aynı zamanda
bununla bizi imtihan ediyor ve imtihanda başarılı olanlara mükâfat vaad ediyor.
Yani senin huyun onun huyuna uymadığı gibi, onun huyu da sana uymayacak. Sen
ayrı bir meşrebin çocuğu, o ayrı bir mizacın çocuğu, öbürü de yine ayrı bir
mezağın evladı olacak. Ancak aranızdaki bütün bu farklılıklara rağmen, siz birlik ve
beraberlik tesis edebilmenin, beraber yaşayabilmenin yollarını arayacak,böylece imtihanı kazanacaksınız!.
Bu itibarla bazı huyları kötü olan bir insan, “ tümüyle kötü insan” demek değildir..
Aranızda böyle farklılıklardan dolayı hırgür çıkabilir. Ancak burada yapılması gereken biri birinize hemen kötü damgası yapıştırmak değil, bir yolunu bulup aradaki kırgınlığı gidermek, kardeşliğin gereği olan saygı sevgiyi sürdürmektir.
Bunun için böyle devrelerde tavır ve davranışlarımızı kontrol etme görevi bizim irademize verilmiştir..
Nitekim fertler arasında oluşan kırgınlıktan sonra ilk defa özür dileyip “kusura bakma kardeşim, hakkını helal et” diyen kimse işin ilk kahramanı sayılır. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususa işaret eder ve birbirine küsen iki kişiden hayırlı olanın, önce teşebbüse geçerek selâm veren,el uzatan olduğunu ifade buyurur.
Bundan dolayı kardeşler arasında kollarını açıp kucaklaşmaya ilk yürüyen kimse, barış görevini başlatan ilk irade kahramanı sayılmıştır.
Biz Müslümanlar olarak kendi içimizde ve aramızda nasıl birlik beraberlik ruhu ve anlayışı içinde olmamız gerektiğine önemli ikaz ve işaretlerde bulunan bu yazıyı Kırık Testi’den derleyerek yerimizin aldığı kadarını arz etme gereği duydum. Konu okununca anlaşılacak ki, ülke içinde birlik beraberliğimizi korumak ve güçlendirmek bizim bir imtihanımız olarak kendi gayret ve irademize bırakılmıştır. İnsanlar bizzat bu iradeyi kullanmaktan sorumlu tutulmuştur. Sanırım siz de Efendimizin (sas) bu husustaki kabul olan olmayan şu iki duasını dikkatle okuyacak, benim gibi siz de ibretle düşüneceksiniz.
Hakkımızda kabul olan ve olmayan iki dua:
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ümmet-i Muhammed’in kökten ve toptan yok edilmemesi, umumi bir kıtlığa maruz kalmaması ve çoğunu helak edecek bir düşmanın onlara musallat kılınmaması için Cenâb-ı Hakk’a dua dua yalvarmış ve Allah (c.c) Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ın bu duasını kabul buyurmuştur!.
Buna göre bu ümmet, umumi bir helake uğramayacağı gibi, devamlı olarak başkalarının hâkimiyeti altında,işgal ve istilasında da kalmayacaktır!.
Ancak Efendimizin (sas) bu ümmetin kendi arasında birbirleriyle vuruşmamaları, birbirlerine düşmemeleri için yapmış olduğu duasının Cenâb-ı Hak tarafından kabul buyrulmadığı da ifade edilmiştir. (Müslim, Fiten, 19/20)
Bu son talebin kabul edilmeyiş hikmetiyle alâkalı şu önemli husus dile getirilebilir:
Bu birlik beraberlik konusu, insanların kendi irade ve gayretleriyle çözüp gerçekleştirecekleri bir konudur.
Zira insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Kendi iradesi işin içinde olmadan bir yere toplanmak, ağaçlar gibi üst üste yığılıp bir arada bulunmak insan haysiyet ve şerefine terstir!. Bunun yerine insanın, iradesinin hakkını vererek bir arada yaşayabilme ve başkalarıyla beraberlik tesis edebilme yollarını araştırması,çaresini bulması insanlığının gereğidir!.
Nitekim Cenâb-ı Hak farklı âyet-i kerimelerde tekrar tekrar
insanların birbiriyle imtihan edileceğini ifade buyurarak Ümmet-i Muhammed’in
maruz kalabileceği bu büyük fitne hususunda bizi ikaz etmektedir.
“ Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz” (En’âm Suresi, 6/53)
Evet, Allah (celle celâlühu) bizi pek çok şeyle imtihan etmektedir. Bazen
hastalıklarla, bazen musibetlerle, bazen ibadat- ü taatle, bazen de günahlarla
yani günahlara karşı bize verdiği zaaflarla imtihan ediyor.
İşte bu imtihanlardan biri de bazımızın bazımızla imtihan edilmemizdir. Çünkü insanın yaratılışı çok farklıdır. Allah (c.c.) insan nevinde değişik neviler yaratmıştır. İnsanlardan her bir fert başlı başına bir nev gibidir. Herkesin mizaç ve huyu farklıdır. Kimse
kimseye benzemez. Allah insanları bu şekilde farklı farklı yaratmakla, esma-i
ilâhiye ve sıfat-ı sübhaniyesinin tecellilerini gösteriyor. Ve aynı zamanda
bununla bizi imtihan ediyor ve imtihanda başarılı olanlara mükâfat vaad ediyor.
Yani senin huyun onun huyuna uymadığı gibi, onun huyu da sana uymayacak. Sen
ayrı bir meşrebin çocuğu, o ayrı bir mizacın çocuğu, öbürü de yine ayrı bir
mezağın evladı olacak. Ancak aranızdaki bütün bu farklılıklara rağmen, siz birlik ve
beraberlik tesis edebilmenin, beraber yaşayabilmenin yollarını arayacak,böylece imtihanı kazanacaksınız!.
Bu itibarla bazı huyları kötü olan bir insan, “ tümüyle kötü insan” demek değildir..
Aranızda böyle farklılıklardan dolayı hırgür çıkabilir. Ancak burada yapılması gereken biri birinize hemen kötü damgası yapıştırmak değil, bir yolunu bulup aradaki kırgınlığı gidermek, kardeşliğin gereği olan saygı sevgiyi sürdürmektir.
Bunun için böyle devrelerde tavır ve davranışlarımızı kontrol etme görevi bizim irademize verilmiştir..
Nitekim fertler arasında oluşan kırgınlıktan sonra ilk defa özür dileyip “kusura bakma kardeşim, hakkını helal et” diyen kimse işin ilk kahramanı sayılır. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususa işaret eder ve birbirine küsen iki kişiden hayırlı olanın, önce teşebbüse geçerek selâm veren,el uzatan olduğunu ifade buyurur.
Bundan dolayı kardeşler arasında kollarını açıp kucaklaşmaya ilk yürüyen kimse, barış görevini başlatan ilk irade kahramanı sayılmıştır.
Mevsimlik yanlışlardan kendinizi korumaya alıyor musunuz?
Sabır gösterir de konuyu okuma lütfünde bulunursanız ‘mevsimlik yanlışlar’la neyi kast ettiğimizi kolayca anlayacak, gerçekten de üzerinde durmaya değen bir konu diyerek sizde düşünmeye başlayacaksınız. Sözü daha fazla uzatmadan mevsimlik yanlışlarla neyi kast ettiğimize geçiyorum.
Bilindiği üzere geçmişte sokak bu günkü kadar kontrolden çıkmamış, günahlar bu kadar teşvik görerek işlenir hale gelmemişti. O yüzden o günkü insanlardaki dindarlık, ahiretini kurtarma gayretinden başka mânâya gelmiyordu. İnsanlar sadece ahiretini kurtarmak için dindarlaşıyor, mazbut giyim kuşam içinde olma gereği duyuyorlardı.
- Ya bugün? Bugün de öyle mi?.Bugün durum çok farklı. İnsanlar ahiretini kurtarmak niyetinden önce dünyalarını kurtarmak için de dindarlaşıyorlar, dindarlıktan faydalanıp yaygınlaşan günah yanlışlarından kendilerini, aile, çoluk çocuklarını dindarlıkla korumaya çalışıyorlar.
İsterseniz bakın toplum hayatına. Her geçen gün yaygınlaşan kötü alışkanlık ve ahlâkî yozlaşmadan kendilerini en çok koruyanlar dindar olanlardır. Çünkü dinin insanı kötülüklere iten zaaflar hakkında yasaklayıcı hükümleri vardır. Bu hükümlere itaat eden dindarlar sadece ahiretini kurtarmakla kalmıyor, gittikçe yaygınlaşan bağımlılık ve kötü alışkanlıklardan da aile ve çocuklarını muhafaza ediyor, böylece dünyalarını da kurtarabiliyorlar. İsterseniz İsra Sûresi’nin 32. ayetinin dindarları koruyucu ve kollayıcı ikazına bakın:
-Zina yapmayın!. demiyor, Zinaya yaklaşmayın! diye ikaz ediyor. Çünkü asıl mesele yanlışlara yaklaşmamaktadır. Yaklaşmayanın korunması kolay olur. Yaklaştıktan sonraki tahriklere direnmek zorlaşır, ateşe yaklaşanın isabet alması ihtimali gibi tehlike belirir. Onun için kötülüklere vesile olabilecek, davetçilik mânâsına gelebilecek tahrikçi ve teşvikçi görüntüleri de yasaklayan din, müstehcene bakılmasını da caiz görmüyor, müstehcen dolaşılmasını da,çevreye kötü örnek olunmasını da..
Hatta bu bakma konusunda bir diğer ayetin emri de bir başka koruyucu özellik arz ediyor, bir de ona bakın lütfen:
-“ İnanmış erkek ve kadınlar gözlerini harama bakmaktan kapasınlar!? (Nur, 30)
Gözleri kapamak mümkün mü? Hayır! Ya niçin kapasınlar diyor?
-Öylesine gözlerini harama bakmaktan, müstehcene nazar etmekten korusunlar ki, sanki gözleri kapalıymış gibi hayallerini bile tertemiz, pırıl pırıl tutsunlar, zihinlerini kirlenmekten korusunlar.. mesajını veriyor.
Nitekim İmam-ı Şibli bu ayeti tefsir ederken: “Sadece kafa gözlerini kapamakla kalmasınlar, kalp gözlerini de kapalı tutsunlar, hayallerine almasınlar haramları, müstehcen görüntüleri..diyor, hayali dahi tertemiz tutmamızı istiyor.
-Gözle bakış konusunda neden bu kadar ısrarlı ikaz ediliyor insanlar?
-Çünkü bütün günahlar, ahlakî bozulmalar, gözle bakışla başlar, bakışın ısrarıyla baskı artar, sonra fiilî günaha dönüşür. Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çeker hayalhanesine depo eder. Nereye gitse, nerede olsa artık çektiği bu resimler hayal âleminde gözlerinin önündedir. Öğrenciyse dersine tam çalışamaz, işçi ise mesleğine tam yönelemez, fikir adamıysa zihnini toparlayamaz, derken her konuda gerileme, düşüş başlar bakışlarını korumayanlarda. Bu duruma düşmemek için din yasaklar koyar, mensuplarını böylesine gerilemelere maruz kalmaktan kurtarır. Bundan dolayı söylemiş Bediüzzaman Hazretleri kitaplık çaptaki şu meşhur sözünü. Diyor ki:
“- Dünyasını kurtarmak isteyen dinine sarılsın. Ahiretini kurtarmak isteyen dinine sarılsın. Her ikisini de kurtarmak isteyen dinine sarılsın!.”
Ne dersiniz, yaz yanlışlarından kendimizi korumaya alıyor muyuz? Böyle bir dikkat ve titizliğimiz söz konusu mu şu sıcak yaz mevsiminde? ....
Bilindiği üzere geçmişte sokak bu günkü kadar kontrolden çıkmamış, günahlar bu kadar teşvik görerek işlenir hale gelmemişti. O yüzden o günkü insanlardaki dindarlık, ahiretini kurtarma gayretinden başka mânâya gelmiyordu. İnsanlar sadece ahiretini kurtarmak için dindarlaşıyor, mazbut giyim kuşam içinde olma gereği duyuyorlardı.
- Ya bugün? Bugün de öyle mi?.Bugün durum çok farklı. İnsanlar ahiretini kurtarmak niyetinden önce dünyalarını kurtarmak için de dindarlaşıyorlar, dindarlıktan faydalanıp yaygınlaşan günah yanlışlarından kendilerini, aile, çoluk çocuklarını dindarlıkla korumaya çalışıyorlar.
İsterseniz bakın toplum hayatına. Her geçen gün yaygınlaşan kötü alışkanlık ve ahlâkî yozlaşmadan kendilerini en çok koruyanlar dindar olanlardır. Çünkü dinin insanı kötülüklere iten zaaflar hakkında yasaklayıcı hükümleri vardır. Bu hükümlere itaat eden dindarlar sadece ahiretini kurtarmakla kalmıyor, gittikçe yaygınlaşan bağımlılık ve kötü alışkanlıklardan da aile ve çocuklarını muhafaza ediyor, böylece dünyalarını da kurtarabiliyorlar. İsterseniz İsra Sûresi’nin 32. ayetinin dindarları koruyucu ve kollayıcı ikazına bakın:
-Zina yapmayın!. demiyor, Zinaya yaklaşmayın! diye ikaz ediyor. Çünkü asıl mesele yanlışlara yaklaşmamaktadır. Yaklaşmayanın korunması kolay olur. Yaklaştıktan sonraki tahriklere direnmek zorlaşır, ateşe yaklaşanın isabet alması ihtimali gibi tehlike belirir. Onun için kötülüklere vesile olabilecek, davetçilik mânâsına gelebilecek tahrikçi ve teşvikçi görüntüleri de yasaklayan din, müstehcene bakılmasını da caiz görmüyor, müstehcen dolaşılmasını da,çevreye kötü örnek olunmasını da..
Hatta bu bakma konusunda bir diğer ayetin emri de bir başka koruyucu özellik arz ediyor, bir de ona bakın lütfen:
-“ İnanmış erkek ve kadınlar gözlerini harama bakmaktan kapasınlar!? (Nur, 30)
Gözleri kapamak mümkün mü? Hayır! Ya niçin kapasınlar diyor?
-Öylesine gözlerini harama bakmaktan, müstehcene nazar etmekten korusunlar ki, sanki gözleri kapalıymış gibi hayallerini bile tertemiz, pırıl pırıl tutsunlar, zihinlerini kirlenmekten korusunlar.. mesajını veriyor.
Nitekim İmam-ı Şibli bu ayeti tefsir ederken: “Sadece kafa gözlerini kapamakla kalmasınlar, kalp gözlerini de kapalı tutsunlar, hayallerine almasınlar haramları, müstehcen görüntüleri..diyor, hayali dahi tertemiz tutmamızı istiyor.
-Gözle bakış konusunda neden bu kadar ısrarlı ikaz ediliyor insanlar?
-Çünkü bütün günahlar, ahlakî bozulmalar, gözle bakışla başlar, bakışın ısrarıyla baskı artar, sonra fiilî günaha dönüşür. Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çeker hayalhanesine depo eder. Nereye gitse, nerede olsa artık çektiği bu resimler hayal âleminde gözlerinin önündedir. Öğrenciyse dersine tam çalışamaz, işçi ise mesleğine tam yönelemez, fikir adamıysa zihnini toparlayamaz, derken her konuda gerileme, düşüş başlar bakışlarını korumayanlarda. Bu duruma düşmemek için din yasaklar koyar, mensuplarını böylesine gerilemelere maruz kalmaktan kurtarır. Bundan dolayı söylemiş Bediüzzaman Hazretleri kitaplık çaptaki şu meşhur sözünü. Diyor ki:
“- Dünyasını kurtarmak isteyen dinine sarılsın. Ahiretini kurtarmak isteyen dinine sarılsın. Her ikisini de kurtarmak isteyen dinine sarılsın!.”
Ne dersiniz, yaz yanlışlarından kendimizi korumaya alıyor muyuz? Böyle bir dikkat ve titizliğimiz söz konusu mu şu sıcak yaz mevsiminde? ....
Toplumda kardeşliği bozma fitnesi çıkaranlar
Siyer tarihi bize fevkalade ibretli örnekler vermekte, toplumun birlik beraberliğinin önemi konusunda değerli bilgiler sunmaktadır. Bu bilgilerden birine bir daha göz atalım isterseniz yaşanan fitne olayları sebebiyle.
Efendimiz (sas) Hazretleri'nin maruz kaldığı eziyet ve cefaları gören sahabeler üzülerek:
-Ya Resulellah, bu zalimlere lanet okuyup, beddua etseniz de layıklarını bulsalar..diye teklifte bulunmuşlar. Ancak âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sas) Hazretleri :
-Ben lanet okuyan bir peygamber değilim. Bana zulmedenlerin helak olmasını değil, ıslah olup imana gelmelerini diliyorum, buyurmuş, şahsına kötülük edenlere bedduaya yönelmemiş, sabredip hep ıslahlarına dua etmiştir.
Ancak, şahsına yapılan bunca zulüm ve eziyetlere sabır gösterip tahammül ederek bedduadan hep uzak duran Efendimiz, toplumun birlik, beraberliğini bozma fitnesi çıkaranlara karşı aynı şekilde sessiz kalmamış ve herkesin bildiği meşhur duasını yaparak:
-Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin!. demekten geri kalmamıştır.
Niçin toplum içindeki birliği bozma fitnesi çıkaranlara beddua etmekten çekinmemiştir? Çünkü kardeşçe yaşayan toplumu bölüp parçalama fitnesi öyle sessiz kalınacak basit bir fitne değildir. Bundan dolayı şahsına yapılan bütün zulümlere sabreden Allah Resulü, kardeşlerin birliğine kast edip beraberliğini bozmaya yönelen fitnecileri bedduaya layık görmüş, caydırıcı olması için de tarihi duasını yapmaktan çekinmeyerek:
-Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin! uyarısında bulunmuştur.
Bilinen bir gerçektir ki, Müslüman bir toplumu cephelere bölüp de birbirine düşman hale getirilmesine ne Allah razı olur, ne de Resulü. Nitekim Casiye Sûresi'nde Rabb'imiz farklı görüş ve anlayış içinde olanları dahi kaynaştırıp birleştiren ölçüyü şöyle vermektedir:
-Kim iyi düşünce ve davranış içinde olursa kendi lehinedir. Kim de kötü düşünce ve amel içinde olursa o da kendi aleyhinedir. Her ikisinin de hesabını ahirette Allah görecektir. Burada kimse kimsenin hesabını görmekle görevli değildir! Birbirinize düşman olup aranızda fitne çıkarmanıza sebep yoktur!..
Kardeşliğimizi bozup bizi birbirimize düşürme fitnesi çıkaranlara böyle beddua eden Efendimiz, küsleri barıştırıp kardeşliğimizi kuvvetlendirmeye hizmet edenlere ne buyuruyor acaba? Ona da bir göz atalım isterseniz. Ebu Davud'daki hadisin işaretinde buyuruyor ki:
-Size namaz, oruç, hac sevabı gibi büyük sevaplar kazandıran güzel bir iş ve amelden haber vereyim mi?
- Ver ya Resulellah, diyorlar. Bakın neleri dikkate veriyor güzel bir iş ve amel olarak:
- Arınızda küsleri barıştırın, kırgınları kaynaştırın, toplumun birlik beraberliğine hizmet edin, sevabınız bu saydığım yüce ibadetlerin sevabından az olmayacaktır..
Demek ki bizim namazımız, orucumuz, haccımız nasıl vazgeçilmez yüksek sevaplı ibadetlerimizden ise, küsleri barıştırıp dargınları kaynaştırarak, toplumun birlik beraberliğine çaba sarf etmemiz de aynı derecede yüksek sevaplı ibadetlerimizdendir.
Bu sebeple Müslüman hep barıştıran olur, ayrıştıran olmaz. Çünkü toplumu düşman kamplara bölmeye çalışanlar fitne çıkaran kimselerdir. Fitne çıkaranlar ise Resulüllah'ın bedduasına müstahaktırlar. Müslüman böyle bir bedduaya müstahak olmayı göze alamaz.
Nitekim Bakara Sûresi 2O8'deki ayetin ikazı da tüm Müslümanlara böyle barışçı olma emri vermektedir:
-Ey iman edenler! Topyekûn barışa girin, şeytanın peşine düşüp de birlik beraberliğinizi bozmayın. Unutmayın ki,birliğinizi bozmak isteyen şeytan sizin apaçık düşmanınızdır!..
Anlaşılan odur ki, bir ülkede şuurlu dindarlık kuvvetlenirse birlik beraberlik de kuvvetlenir, barış kazanır, fitne kaybeder. Çünkü Müslüman, Allah'ın lanetine müstahak olacak bir fitne faaliyeti içinde olmayı asla istemez. İnandığı Allahın emirlerine, iman ettiği Resülüllah’ın ikazlarına isyan etmeyi göze alamaz.Bunları göze alanlar başkaları olular..
Efendimiz (sas) Hazretleri'nin maruz kaldığı eziyet ve cefaları gören sahabeler üzülerek:
-Ya Resulellah, bu zalimlere lanet okuyup, beddua etseniz de layıklarını bulsalar..diye teklifte bulunmuşlar. Ancak âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sas) Hazretleri :
-Ben lanet okuyan bir peygamber değilim. Bana zulmedenlerin helak olmasını değil, ıslah olup imana gelmelerini diliyorum, buyurmuş, şahsına kötülük edenlere bedduaya yönelmemiş, sabredip hep ıslahlarına dua etmiştir.
Ancak, şahsına yapılan bunca zulüm ve eziyetlere sabır gösterip tahammül ederek bedduadan hep uzak duran Efendimiz, toplumun birlik, beraberliğini bozma fitnesi çıkaranlara karşı aynı şekilde sessiz kalmamış ve herkesin bildiği meşhur duasını yaparak:
-Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin!. demekten geri kalmamıştır.
Niçin toplum içindeki birliği bozma fitnesi çıkaranlara beddua etmekten çekinmemiştir? Çünkü kardeşçe yaşayan toplumu bölüp parçalama fitnesi öyle sessiz kalınacak basit bir fitne değildir. Bundan dolayı şahsına yapılan bütün zulümlere sabreden Allah Resulü, kardeşlerin birliğine kast edip beraberliğini bozmaya yönelen fitnecileri bedduaya layık görmüş, caydırıcı olması için de tarihi duasını yapmaktan çekinmeyerek:
-Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin! uyarısında bulunmuştur.
Bilinen bir gerçektir ki, Müslüman bir toplumu cephelere bölüp de birbirine düşman hale getirilmesine ne Allah razı olur, ne de Resulü. Nitekim Casiye Sûresi'nde Rabb'imiz farklı görüş ve anlayış içinde olanları dahi kaynaştırıp birleştiren ölçüyü şöyle vermektedir:
-Kim iyi düşünce ve davranış içinde olursa kendi lehinedir. Kim de kötü düşünce ve amel içinde olursa o da kendi aleyhinedir. Her ikisinin de hesabını ahirette Allah görecektir. Burada kimse kimsenin hesabını görmekle görevli değildir! Birbirinize düşman olup aranızda fitne çıkarmanıza sebep yoktur!..
Kardeşliğimizi bozup bizi birbirimize düşürme fitnesi çıkaranlara böyle beddua eden Efendimiz, küsleri barıştırıp kardeşliğimizi kuvvetlendirmeye hizmet edenlere ne buyuruyor acaba? Ona da bir göz atalım isterseniz. Ebu Davud'daki hadisin işaretinde buyuruyor ki:
-Size namaz, oruç, hac sevabı gibi büyük sevaplar kazandıran güzel bir iş ve amelden haber vereyim mi?
- Ver ya Resulellah, diyorlar. Bakın neleri dikkate veriyor güzel bir iş ve amel olarak:
- Arınızda küsleri barıştırın, kırgınları kaynaştırın, toplumun birlik beraberliğine hizmet edin, sevabınız bu saydığım yüce ibadetlerin sevabından az olmayacaktır..
Demek ki bizim namazımız, orucumuz, haccımız nasıl vazgeçilmez yüksek sevaplı ibadetlerimizden ise, küsleri barıştırıp dargınları kaynaştırarak, toplumun birlik beraberliğine çaba sarf etmemiz de aynı derecede yüksek sevaplı ibadetlerimizdendir.
Bu sebeple Müslüman hep barıştıran olur, ayrıştıran olmaz. Çünkü toplumu düşman kamplara bölmeye çalışanlar fitne çıkaran kimselerdir. Fitne çıkaranlar ise Resulüllah'ın bedduasına müstahaktırlar. Müslüman böyle bir bedduaya müstahak olmayı göze alamaz.
Nitekim Bakara Sûresi 2O8'deki ayetin ikazı da tüm Müslümanlara böyle barışçı olma emri vermektedir:
-Ey iman edenler! Topyekûn barışa girin, şeytanın peşine düşüp de birlik beraberliğinizi bozmayın. Unutmayın ki,birliğinizi bozmak isteyen şeytan sizin apaçık düşmanınızdır!..
Anlaşılan odur ki, bir ülkede şuurlu dindarlık kuvvetlenirse birlik beraberlik de kuvvetlenir, barış kazanır, fitne kaybeder. Çünkü Müslüman, Allah'ın lanetine müstahak olacak bir fitne faaliyeti içinde olmayı asla istemez. İnandığı Allahın emirlerine, iman ettiği Resülüllah’ın ikazlarına isyan etmeyi göze alamaz.Bunları göze alanlar başkaları olular..
Ramazanın başında bir tefekkür ve teşekkür değerlendirmesi
Geçen sene büyük bir mutlulukla tamamladığımız Ramazan'ımızın son iftarında içimizden hüzünlü duyguların geçtiğini hatırlıyorum. Son iftarda derin bir tefekkürle söylenmiştik:
- 'Acaba gelecek Ramazan'a erişecek, bir orucu daha tutmaya muvaffak olacak mıyız?' diye.. Hatta bunu düşünürken endişelenmiş,
- Belki de ömrümüz vefa etmez, mutlu bir Ramazan'ı daha tutma saadetine erişemeyiz.. diye de tereddütler geçirmiştik. Bugün ise diyebiliyoruz ki:
- İşte size bir mutlu Ramazan daha. İşte size inşaallah mükellefiyetlerini yerine getireceğimiz saadetli bir Ramazan ayı daha.. Öyle ise buyurun, hep birlikte şimdiden şükredelim Rabb'imize. Bizi böylesi mutlu ve huzurlu günlere bir daha ulaştırdığı için.. Unutmayın, geçen Ramazan'ı birlikte yaşadığımız nice dost ve yakınlarımız yoktur şimdi aramızda. Onlar yaşadıkları Ramazanlarının mükâfatını görmek üzere ayrılmışlar aramızdan. Biz de onlarla birlikte ayrılanlardan olabilirdik.
Ama Rabb'imiz lütfetmiş, bir Ramazan'a daha ulaşmamızı takdir buyurmuş. İşte bu lütfun şükrünü eda için biz de niyetimizi kesinleştirmiş, ay boyunca görevimizi yerine getirmeye azmü cezm-i kastederek Rabb'imize söz veriyor ve diyoruz ki:
- Rabb'imiz, akşamları teravihlerimizi büyük bir aşk ile kılacak, geceleri sahurumuza aynı aşk ile kalkacak, gündüzleri orucumuzu da yine aynı sabır ve sebatla tutacağız. Ayrıca geçmişten getirdiğimiz bazı kötü alışkanlıklarımızı da terk ederek ay boyunca günah kirlerinden temizlenmiş müttaki müminler haline geleceğiz. Bunda azimli, cezimli ve kararlıyız. Şeytan vesvese verse de, nefsimiz zorluk çıkarsa da diyoruz ki:
- Ey bize vesvese verip şevksizlik telkin eden nefis ve şeytanımız! Size ne oluyor ki, böylesi uzun günlerde oruç tutarken zorlanacaksınız gibilerden bâtıl vesveseler vermeye yelteniyor, bize ümitsizlik aşılamaya çalışıyorsunuz? Boşuna uğraşmayın. Biz biliyoruz ki sizin göreviniz de budur!. Siz böylesine zorluk duyguları telkin edeceksiniz bizim içimize. Biz de karşı koyacak, uymayacağız sizin verdiğiniz vesveseye. Bu da bizim irade imtihanımızı teşkil edecektir. Zaten ilk günlerden sonra öylesine rahat bir Ramazan günleri yaşayacağız ki, keşke bütün sene Ramazan olsa, ne kadar da rahat oluyor diyeceğiz. Nitekim geçtiğimiz her Ramazan'da da hep böyle dediğimiz gibi. Baştan iki üç günlük bir intibak zorluğu yaşarız; arkasından da öylesine mutlu ve huzurlu bir bünyeye ulaşırız ki, birçoğumuzun değerlendirmesi aynı olur:
-Bedenimizdeki maddi ağırlıklar azaldı, sıhhatimizi kazandık, ruh gibi hafifledik, Ramazan'dan sonra da oruca devam etsek keşke.. diye temennilerde bulunuruz.
Ayrıca unutmamak gerek Ramazan'ın her gecesinde Rabb'imizin biz kullarına şu hitabını.
-Yok mu günah ve yanlışlarına tövbe istiğfar eden! Bekletmeden tövbe istiğfarlarını kabul edeyim?..
- Yok mu ibadetlerini şevkle yerine getiren, kat kat fazla sevap vererek mükafatlandırayım?
Biz de ay boyunca bu İlahi hitaplara, 'Var ya Rab!' diyerek, el açıp dualar edecek, af ve mağfiret dileğimizi tekrarlayacağız. Böylece sene boyunca maruz kaldığımız günah kirlerinden arınmaya yöneleceğiz ay boyunca. Şimdiden içimizdeki dualarımızı duyar gibiyiz:
-Rabb'imiz, 8O senelik ibadet sevabı kazandıran Kadir Gecemizle Ramazan'ımızı affımıza vesile kıl, bayrama günahlarından arınmış müttaki müminler olarak ulaşmayı nasip eyle bizlere..
Hadis-i şerifin müjdesiyle bağlayalım bahsimizi:
-Kim sevabına inanarak Ramazan orucunu tutar, ibadet mükellefiyetlerini tam yerine getirirse, onun geçmişteki günahları, yaşadığı Ramazan hürmetine bağışlanır, günah kirlerinden temizlenmiş, hayatına tertemiz bir sayfa açmış bir mümin olarak ulaşır bayrama!.
Tüm derinliğiyle yaşayacağınız huzurlu ve mutlu Ramazanlar dileğimle
....
- 'Acaba gelecek Ramazan'a erişecek, bir orucu daha tutmaya muvaffak olacak mıyız?' diye.. Hatta bunu düşünürken endişelenmiş,
- Belki de ömrümüz vefa etmez, mutlu bir Ramazan'ı daha tutma saadetine erişemeyiz.. diye de tereddütler geçirmiştik. Bugün ise diyebiliyoruz ki:
- İşte size bir mutlu Ramazan daha. İşte size inşaallah mükellefiyetlerini yerine getireceğimiz saadetli bir Ramazan ayı daha.. Öyle ise buyurun, hep birlikte şimdiden şükredelim Rabb'imize. Bizi böylesi mutlu ve huzurlu günlere bir daha ulaştırdığı için.. Unutmayın, geçen Ramazan'ı birlikte yaşadığımız nice dost ve yakınlarımız yoktur şimdi aramızda. Onlar yaşadıkları Ramazanlarının mükâfatını görmek üzere ayrılmışlar aramızdan. Biz de onlarla birlikte ayrılanlardan olabilirdik.
Ama Rabb'imiz lütfetmiş, bir Ramazan'a daha ulaşmamızı takdir buyurmuş. İşte bu lütfun şükrünü eda için biz de niyetimizi kesinleştirmiş, ay boyunca görevimizi yerine getirmeye azmü cezm-i kastederek Rabb'imize söz veriyor ve diyoruz ki:
- Rabb'imiz, akşamları teravihlerimizi büyük bir aşk ile kılacak, geceleri sahurumuza aynı aşk ile kalkacak, gündüzleri orucumuzu da yine aynı sabır ve sebatla tutacağız. Ayrıca geçmişten getirdiğimiz bazı kötü alışkanlıklarımızı da terk ederek ay boyunca günah kirlerinden temizlenmiş müttaki müminler haline geleceğiz. Bunda azimli, cezimli ve kararlıyız. Şeytan vesvese verse de, nefsimiz zorluk çıkarsa da diyoruz ki:
- Ey bize vesvese verip şevksizlik telkin eden nefis ve şeytanımız! Size ne oluyor ki, böylesi uzun günlerde oruç tutarken zorlanacaksınız gibilerden bâtıl vesveseler vermeye yelteniyor, bize ümitsizlik aşılamaya çalışıyorsunuz? Boşuna uğraşmayın. Biz biliyoruz ki sizin göreviniz de budur!. Siz böylesine zorluk duyguları telkin edeceksiniz bizim içimize. Biz de karşı koyacak, uymayacağız sizin verdiğiniz vesveseye. Bu da bizim irade imtihanımızı teşkil edecektir. Zaten ilk günlerden sonra öylesine rahat bir Ramazan günleri yaşayacağız ki, keşke bütün sene Ramazan olsa, ne kadar da rahat oluyor diyeceğiz. Nitekim geçtiğimiz her Ramazan'da da hep böyle dediğimiz gibi. Baştan iki üç günlük bir intibak zorluğu yaşarız; arkasından da öylesine mutlu ve huzurlu bir bünyeye ulaşırız ki, birçoğumuzun değerlendirmesi aynı olur:
-Bedenimizdeki maddi ağırlıklar azaldı, sıhhatimizi kazandık, ruh gibi hafifledik, Ramazan'dan sonra da oruca devam etsek keşke.. diye temennilerde bulunuruz.
Ayrıca unutmamak gerek Ramazan'ın her gecesinde Rabb'imizin biz kullarına şu hitabını.
-Yok mu günah ve yanlışlarına tövbe istiğfar eden! Bekletmeden tövbe istiğfarlarını kabul edeyim?..
- Yok mu ibadetlerini şevkle yerine getiren, kat kat fazla sevap vererek mükafatlandırayım?
Biz de ay boyunca bu İlahi hitaplara, 'Var ya Rab!' diyerek, el açıp dualar edecek, af ve mağfiret dileğimizi tekrarlayacağız. Böylece sene boyunca maruz kaldığımız günah kirlerinden arınmaya yöneleceğiz ay boyunca. Şimdiden içimizdeki dualarımızı duyar gibiyiz:
-Rabb'imiz, 8O senelik ibadet sevabı kazandıran Kadir Gecemizle Ramazan'ımızı affımıza vesile kıl, bayrama günahlarından arınmış müttaki müminler olarak ulaşmayı nasip eyle bizlere..
Hadis-i şerifin müjdesiyle bağlayalım bahsimizi:
-Kim sevabına inanarak Ramazan orucunu tutar, ibadet mükellefiyetlerini tam yerine getirirse, onun geçmişteki günahları, yaşadığı Ramazan hürmetine bağışlanır, günah kirlerinden temizlenmiş, hayatına tertemiz bir sayfa açmış bir mümin olarak ulaşır bayrama!.
Tüm derinliğiyle yaşayacağınız huzurlu ve mutlu Ramazanlar dileğimle
....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Blog Arşivi
-
►
2008
(34)
- ► 06/22 - 06/29 (5)
- ► 09/21 - 09/28 (1)
- ► 10/12 - 10/19 (4)
- ► 10/19 - 10/26 (3)
- ► 10/26 - 11/02 (2)
- ► 11/02 - 11/09 (5)
- ► 11/09 - 11/16 (6)
- ► 11/16 - 11/23 (7)
- ► 12/21 - 12/28 (1)
-
►
2009
(16)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 03/01 - 03/08 (1)
- ► 04/26 - 05/03 (1)
- ► 06/14 - 06/21 (2)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 06/28 - 07/05 (2)
- ► 07/05 - 07/12 (2)
- ► 07/19 - 07/26 (1)
- ► 09/20 - 09/27 (1)
- ► 09/27 - 10/04 (1)
- ► 11/08 - 11/15 (1)
- ► 11/15 - 11/22 (2)
-
►
2010
(16)
- ► 04/11 - 04/18 (3)
- ► 05/02 - 05/09 (1)
- ► 06/06 - 06/13 (1)
- ► 06/13 - 06/20 (1)
- ► 06/27 - 07/04 (3)
- ► 10/03 - 10/10 (2)
- ► 10/17 - 10/24 (1)
- ► 10/24 - 10/31 (1)
- ► 10/31 - 11/07 (1)
- ► 11/21 - 11/28 (1)
- ► 11/28 - 12/05 (1)
-
▼
2011
(22)
- ► 01/02 - 01/09 (1)
- ► 01/23 - 01/30 (1)
- ► 02/20 - 02/27 (1)
- ► 03/06 - 03/13 (2)
- ► 05/15 - 05/22 (1)
- ► 05/29 - 06/05 (1)
- ► 06/12 - 06/19 (1)
- ► 07/10 - 07/17 (2)
-
▼
07/31 - 08/07
(9)
- Ramazanın başında bir tefekkür ve teşekkür değerle...
- Toplumda kardeşliği bozma fitnesi çıkaranlar
- Mevsimlik yanlışlardan kendinizi korumaya alıyor m...
- Birliğimizi koruma görevi, kendi irademize bırakıl...
- İnsan kendi emeğiyle kazandığıyla değerlendirilir!.
- Aile içinde düşeni kucaklayıp kaldırma vefası..
- Öğrencilikte ve emeklilikte hayatın altın fırsatları
- Müslüman,toplumda hep kucaklaşmanın savunucusu olu...
- Allah halini düzelten halka düzgün yönetim nasip eder
- ► 10/02 - 10/09 (1)
- ► 10/09 - 10/16 (1)
- ► 11/20 - 11/27 (1)
-
►
2012
(38)
- ► 01/01 - 01/08 (1)
- ► 01/08 - 01/15 (1)
- ► 01/22 - 01/29 (2)
- ► 01/29 - 02/05 (1)
- ► 02/26 - 03/04 (1)
- ► 04/08 - 04/15 (1)
- ► 04/22 - 04/29 (1)
- ► 05/06 - 05/13 (1)
- ► 05/13 - 05/20 (1)
- ► 05/27 - 06/03 (1)
- ► 06/17 - 06/24 (1)
- ► 06/24 - 07/01 (1)
- ► 07/01 - 07/08 (2)
- ► 07/15 - 07/22 (1)
- ► 07/29 - 08/05 (1)
- ► 08/05 - 08/12 (1)
- ► 08/12 - 08/19 (1)
- ► 08/26 - 09/02 (1)
- ► 09/02 - 09/09 (1)
- ► 09/09 - 09/16 (1)
- ► 09/16 - 09/23 (1)
- ► 09/23 - 09/30 (1)
- ► 09/30 - 10/07 (1)
- ► 10/14 - 10/21 (2)
- ► 10/28 - 11/04 (1)
- ► 11/04 - 11/11 (1)
- ► 11/11 - 11/18 (1)
- ► 11/18 - 11/25 (3)
- ► 12/02 - 12/09 (1)
- ► 12/09 - 12/16 (1)
- ► 12/16 - 12/23 (1)
- ► 12/23 - 12/30 (1)
- ► 12/30 - 01/06 (1)
-
►
2013
(32)
- ► 01/06 - 01/13 (1)
- ► 01/13 - 01/20 (1)
- ► 01/20 - 01/27 (1)
- ► 02/10 - 02/17 (2)
- ► 02/17 - 02/24 (1)
- ► 02/24 - 03/03 (2)
- ► 03/03 - 03/10 (1)
- ► 03/10 - 03/17 (1)
- ► 03/17 - 03/24 (1)
- ► 03/31 - 04/07 (2)
- ► 04/07 - 04/14 (1)
- ► 04/14 - 04/21 (2)
- ► 04/21 - 04/28 (3)
- ► 04/28 - 05/05 (1)
- ► 05/12 - 05/19 (2)
- ► 05/26 - 06/02 (1)
- ► 06/02 - 06/09 (1)
- ► 06/09 - 06/16 (1)
- ► 07/07 - 07/14 (1)
- ► 07/28 - 08/04 (1)
- ► 12/01 - 12/08 (1)
- ► 12/08 - 12/15 (1)
- ► 12/15 - 12/22 (1)
- ► 12/22 - 12/29 (1)
- ► 12/29 - 01/05 (1)
-
►
2014
(52)
- ► 01/05 - 01/12 (1)
- ► 01/19 - 01/26 (1)
- ► 01/26 - 02/02 (4)
- ► 02/02 - 02/09 (1)
- ► 02/09 - 02/16 (2)
- ► 02/16 - 02/23 (1)
- ► 03/02 - 03/09 (1)
- ► 03/16 - 03/23 (1)
- ► 03/30 - 04/06 (1)
- ► 04/06 - 04/13 (2)
- ► 04/13 - 04/20 (2)
- ► 04/20 - 04/27 (2)
- ► 04/27 - 05/04 (1)
- ► 05/04 - 05/11 (1)
- ► 05/11 - 05/18 (2)
- ► 05/18 - 05/25 (1)
- ► 05/25 - 06/01 (1)
- ► 06/01 - 06/08 (1)
- ► 06/08 - 06/15 (1)
- ► 06/15 - 06/22 (1)
- ► 06/22 - 06/29 (1)
- ► 06/29 - 07/06 (1)
- ► 07/06 - 07/13 (1)
- ► 07/13 - 07/20 (2)
- ► 07/20 - 07/27 (1)
- ► 07/27 - 08/03 (1)
- ► 08/03 - 08/10 (1)
- ► 08/10 - 08/17 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (1)
- ► 09/14 - 09/21 (2)
- ► 09/21 - 09/28 (1)
- ► 09/28 - 10/05 (1)
- ► 10/05 - 10/12 (1)
- ► 10/12 - 10/19 (1)
- ► 10/26 - 11/02 (1)
- ► 11/02 - 11/09 (1)
- ► 11/09 - 11/16 (1)
- ► 11/16 - 11/23 (1)
- ► 11/23 - 11/30 (1)
- ► 12/07 - 12/14 (1)
- ► 12/14 - 12/21 (1)
- ► 12/21 - 12/28 (1)
-
►
2015
(25)
- ► 01/04 - 01/11 (1)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 01/18 - 01/25 (1)
- ► 01/25 - 02/01 (1)
- ► 02/08 - 02/15 (1)
- ► 02/22 - 03/01 (1)
- ► 03/01 - 03/08 (1)
- ► 03/08 - 03/15 (1)
- ► 03/15 - 03/22 (1)
- ► 04/12 - 04/19 (1)
- ► 04/19 - 04/26 (1)
- ► 05/10 - 05/17 (1)
- ► 05/17 - 05/24 (3)
- ► 06/07 - 06/14 (1)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 07/12 - 07/19 (1)
- ► 07/19 - 07/26 (1)
- ► 10/18 - 10/25 (1)
- ► 10/25 - 11/01 (1)
- ► 11/01 - 11/08 (1)
- ► 11/29 - 12/06 (1)
- ► 12/13 - 12/20 (1)
- ► 12/20 - 12/27 (1)
-
►
2016
(3)
- ► 01/24 - 01/31 (1)
- ► 05/01 - 05/08 (2)
-
►
2018
(24)
- ► 02/25 - 03/04 (1)
- ► 03/04 - 03/11 (5)
- ► 03/18 - 03/25 (2)
- ► 04/08 - 04/15 (2)
- ► 04/29 - 05/06 (9)
- ► 05/06 - 05/13 (1)
- ► 06/03 - 06/10 (2)
- ► 07/15 - 07/22 (1)
- ► 08/19 - 08/26 (1)
-
►
2019
(2)
- ► 04/14 - 04/21 (1)
- ► 09/22 - 09/29 (1)
-
►
2020
(1)
- ► 02/16 - 02/23 (1)
-
►
2021
(1)
- ► 04/11 - 04/18 (1)
-
►
2022
(1)
- ► 03/20 - 03/27 (1)
ÇOCUKLARA GÜZEL ALIŞKANLIKLARI NASIL KAZANDIRABİLİRİZ?
Doğruluk, dürüstlük, merhamet, diğerkâmlık, adalet gibi güzel ahlakın emarelerini çocuklarında görmek, her anne babanın isteği ve emelidir. ...
-
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Hased etmekten sakının. Çünkü hased, sevaplar...
-
Bir imtihan diyarıydı Uhud… Bedir’de ilk mağlubiyetlerini alan müşrikler, daha kalabalık bir orduyla, Uhud Dağı eteklerine kadar gelmişlerd...
-
Osmanlı Devleti’nde nikâh akitleri ya bizzat kadılar veya kadıların verdiği izinnâme ile yetkili kılınan imamlar tarafından yapılırdı. Şer‘i...